(Petek Kitamura'dan)
Fransızca kökenli bir kelime olan reenkarnasyon, ölümden sonra ruhun tekrar bedenlenerek bir, ya da birçok çok kez, yeniden dünyaya gelmesi demektir.
İnsanlar binlerce yıldır, ölüm herşeyin sonu mu, yoksa yeni bir hayatın baslangıcımı sorusuna tam olarak cevap verememişlerdir. Ölenlerin ruhları evrimlerini tamamlayıncaya kadar, dünyaya defalarca gidip gelir. Bedeni kabuk olarak kabul eden ruhlar, dünyaya her gelişlerinde değişik kabuğa bürünürler. Daha sonraki hayatlarında yaşayacakları, geçmis hayatları tarafından belirlenir. Yani ruh, neyi ekerse onu biçer. Karman adlı ögretiye göre, herkesin şimdiki yaşamındaki davranışlarının sonucu, sonraki yaşamında ortaya çıkar. Karma felsefesi geçmiste yaptığımız eylemlerin, gelecekteki iyi ya da kötü sonuçları doğuracağını anlatır.
İnsanlar, ruhen daha da ilerlemek, ruhsal görgü ve deneyimlerini arttırmak için, evrenin her yerinde tekrar tekrar doğarlar. Ruh bütün evrenlere dağılmış olan Tanrı kanunlarını, insan bedenini kullanarak araştırır ve öğrenmeye çalışır. Ruh değişik bedenler kullanarak, her dünyaya gelişinde yeni şeyler öğrenir, biraz daha bilgi ve tecrübe kazanarak tekamül eder. Ruhların geriye gidişi yoktur, yani insan her seferinde daha da tekamül etmiş bir insan olarak doğar. Ruh, her seferinde dünya sahnesinde yeni bir rol oynar, ve işi bitince bir müddet dinlenmek için çekilir. Reenkarnasyon, tekamül aracı olan evrensel ilahi bir yasadır. Her insan yeniden dünyaya gelişinde, daha önce yaşadığı durumların toplamının sonucuyla karşılaşır. Ancak bu sonuçlar kendi davranışlarının planı çerçevesinde hazırlanmış sonuçlardır, bunlardan insan tamamen kendisi sorumludur, kendi seçimlerinin sonuçlarını hazırlar ve yaşar. Bu yaşamda karşılaştığımız, sebepsiz sevdiğimiz ya da sevmediğimiz kişiler,kullandığımız ya da kullanamadığımız yeteneklerimiz, sebepsiz korkularımız, sorunlarımız, genellikle geçmiş hayatlarımızdan bugüne aktarılmış ve hala üzerimizde etkisini sürdüren sonuçlardır. Sebebini bilmediğimiz fobilerimiz, sevgilerimiz, korkularımız, ilişkilerimizde yaşadığımız sorunlar, geçmiş yaşamlarımızdan taşıdığımız izlerdir. Kapalı mekan korkusu olan birinin daha önceki hayatlarından birinde, karanlık küçük bir odaya hapsedilmiş, sudan korkan birinin daha önceki yaşamında, denizde boğulmus olması, olasılık dahilindedir. Yaşadığımız her olayda daha önce yaptığımız seçimlerin sonuçlarını görürüz. Ama gelecek günlerimizin gidişatını değiştirmemiz konusunda kısıtlanmayız. Ana hatlar hariç, herşey önceden belirlenmiş bir kalıp içinde oluşmaz yani. Karma yanlız geçmiş yaşamlarımız için değil, ama bu yaşamımız için de her zaman iş başındadır. Karma bizim bir parçamızdır, ondan kaçış yoktur ama onu değiştirmek bizim elimizdedir.
Kendimle konuşuyorum. Kendimle mi konuşuyorum, onunla mı konuşuyorum? O Kim? Ben miyim? Ben olan beni gözlemleyen bu öteki ben kim? Gerçek ben kimim? Bu dünyada işim ne? Bütün bu yaşamın anlamı ne? Nereden geldim, nereye gidiyorum? Kendim olarak mı yaşıyorum yoksa bana ezberletilmiş, programlandığım bir hayatı mı yaşıyorum? Kendimi tanımak için uzun bir yoldayım.
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Anlama Zamanı!
Değişim dönüşüm zamanlarındayız. Hepimizin yaşamında, en yüksek hayrımıza hizmet etmeyen ilişkiler, olaylar açığa çıkıyor, temizlenmek, dönüştürülmek üzere önümüze sürülüyor. Bu temizlik süreci; gerekli, zevkli ve mutluluk verici olduğu kadar acı verici, zorlayıcı ve yaralayıcı olabiliyor. Bu zorlayıcılık bazen insana pes etme duygusunu verse de yaşadıklarımızı gözlemlemek, sevgiyle içinden geçmek, kabul etmek ve dönüştürmek en güzeli ve hatta tek seçenek gibi görünüyor. Artık en yüksek hayrımıza hizmet etmeyen, kendi kendimize dahi yalan söylediğimiz, acı bilincimizi beslemekten öteye gitmeyen ilişkilerimizi göz ardı etmek, üzerini kapatmak, yaşamımızdaki negatif durumları öteleye öteleye kendimizi (bize çok zevk veren ve herkese büyük bir zevkle anlattığımız) mağdur durumuna koymamız gibi bir lüksümüz yok. Bunu yapmaya çabaladığımızda daha da acı veren durumlar ortaya çıkacak ve bizi hareket etmeye, yapmamız gerekeni yapmaya zorlayacak.
Artık Çalışma Zamanı!
Bütün bu süreci üst benliğimiz, yaradılışımızın tanrısal yanı bizi hep ileri, ışığa doğru yürümeye zorlayan, yolu aydınlatan tarafı ile yapıyoruz. Tanrı diyelim, yüksek bilinç, ne dersek diyelim; o hep bizim en yüksek hayrımıza olanı bize göstermekte. Bu çılgınlığın durmasını istiyorsak bir durmalı ve kendimize “ben kimim, neden buradayım?” diye sormalı ve kalbimizin sesini dinlemeliyiz.
İyi haber ise; kaldıramayacağımız bir yük bize asla verilmez. “Her dağa kaldırabileceği kadar kar” durumu yani. Bu farkındalık sürecinden kolayca ve hızlıca geçebilmek için gerekli olan tüm bilgi, bütün araçlar bizde, tam da içimizde. Sadece nasıl yapıldığını unuttuk. Artık korku temelli bir egodan ibaret olmadığımız hatırlama zamanı geldi. Biz tanrının sevgi dolu çocuklarıyız ve şu anda görebildiğimiz çok çok ötesinde bir güç ile doluyuz.
HAYDİ!
(Patricia Diane Cota-Robles'dan esinlenilerek yazılmıştır)
Artık Çalışma Zamanı!
Bütün bu süreci üst benliğimiz, yaradılışımızın tanrısal yanı bizi hep ileri, ışığa doğru yürümeye zorlayan, yolu aydınlatan tarafı ile yapıyoruz. Tanrı diyelim, yüksek bilinç, ne dersek diyelim; o hep bizim en yüksek hayrımıza olanı bize göstermekte. Bu çılgınlığın durmasını istiyorsak bir durmalı ve kendimize “ben kimim, neden buradayım?” diye sormalı ve kalbimizin sesini dinlemeliyiz.
İyi haber ise; kaldıramayacağımız bir yük bize asla verilmez. “Her dağa kaldırabileceği kadar kar” durumu yani. Bu farkındalık sürecinden kolayca ve hızlıca geçebilmek için gerekli olan tüm bilgi, bütün araçlar bizde, tam da içimizde. Sadece nasıl yapıldığını unuttuk. Artık korku temelli bir egodan ibaret olmadığımız hatırlama zamanı geldi. Biz tanrının sevgi dolu çocuklarıyız ve şu anda görebildiğimiz çok çok ötesinde bir güç ile doluyuz.
HAYDİ!
(Patricia Diane Cota-Robles'dan esinlenilerek yazılmıştır)
27 Ağustos 2010 Cuma
Değişmek için ilk adım...
Hergün sabah kalkınca, gün içinde, birine kızınca, bir şeye alınınca, gönül koyunca, bıkınca, yorulunca, pes etmeye yaklaşınca, yeteer diye haykırmaya niyetlendiğinizde:
Seni seviyorum.
Senden bildiğim ve bilemediğim yaşamlarımdaki olanlar için sonsuz-sınırsız af diliyorum.
Lütfen beni şimdi sonsuz-sınırsız affet.
Teşekkür ediyorum ve öyledir.
demeyi bir deneyin...
Hatta ve hatta (ki ben genelde öyle yapıyorum)
"Seni seviyorum, özür dilerim, lütfen beni affet, teşekkür ederim" demek bile yetiyor. Bu, zaten Hooponopono yönteminin de temeli oluyor zannederim çünkü sadece kitabını okuduğum kadarını biliyorum...
Gerçekten yaşamınızda hızla bir şeyler değişmeye başlayacak...
Sevgiyle...
Seni seviyorum.
Senden bildiğim ve bilemediğim yaşamlarımdaki olanlar için sonsuz-sınırsız af diliyorum.
Lütfen beni şimdi sonsuz-sınırsız affet.
Teşekkür ediyorum ve öyledir.
demeyi bir deneyin...
Hatta ve hatta (ki ben genelde öyle yapıyorum)
"Seni seviyorum, özür dilerim, lütfen beni affet, teşekkür ederim" demek bile yetiyor. Bu, zaten Hooponopono yönteminin de temeli oluyor zannederim çünkü sadece kitabını okuduğum kadarını biliyorum...
Gerçekten yaşamınızda hızla bir şeyler değişmeye başlayacak...
Sevgiyle...
20 Ağustos 2010 Cuma
Kosmosun Kardeşliği Adına...
Kosmosda bizden başka düşünen var mı
var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
Tovariş* diyecek
söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmağa geldim yıldızına
ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Kola-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
"Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber"
diyebilmek adına
evlerin
yurtların
dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adına
Nazım Hikmet / 13 Nisan 1961 / Paris...
*Tovariş: Rusça yoldaş demektir.
var
bize benzer mi
bilmiyorum
belki bizden güzeldir
bizona benzer mesela ama çayırdan nazik
belki de akarsuyun şavkına benzer
belki çirkindir bizden
karıncaya benzer mesala ama tıraktörden iri
belki de kapı gıcırtısına benzer
belki ne güzeldir bizden ne de çirkin
belki tıpatıp bize benzer
ve yıldızlardan birinde
hangisinde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
hangi dilde bilmiyorum
yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
Tovariş* diyecek
söze bu sözle başlayacak biliyorum
Tovariş diyecek
ne üs kurmağa geldim yıldızına
ne petrol ne yemiş imtiyazı istemeğe
Kola-kola satacak da değilim
selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına,
bedava ekmek ve bedava karanfil adına
mutlu emeklerle mutlu dinlenmeler adına
"Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber"
diyebilmek adına
evlerin
yurtların
dünyaların
ve kosmosun kardeşliği adına
Nazım Hikmet / 13 Nisan 1961 / Paris...
*Tovariş: Rusça yoldaş demektir.
13 Ağustos 2010 Cuma
Günah - Sevap...
Ramazan başladığından beri karşıma bu konu çıkıp duruyor. İnsanların neden oruç tutmayı ya da tutmamayı seçtiği ister istemez tartışılıyor, günlerdir günah sevap meselesi konuşuluyor, biz de korku ile günahlarını affettirmek için mi insanlar oruç tutmayı tercih ediyor acaba diye konuşuyorduk sabah, ben de "kime affettirmek ve niye affettirme ihtiyacı" konulu mini bir seminer veriyordum eşime bir yandan da araba kullanırken. :) Sonra iş yerime geldim, Ruh ve Madde'ye girdim (http://www.maddeveruh.org/) bir baktım aynı konu karşıma çıktı. Artık bu konu ile ilgili halen temizlemem gereken şeyler olduğunu anlamış, idrak etmiş durumdayım. Bu konu üzerinde düşünüp yazacağım ama bu arada yazıyı okumak isteyebilirsiniz, aslında benim demek istediklerimi güzelce anlatıyor zaten: http://www.maddeveruh.org/ruh-ve-madde/1/883/uriel---siz-bu-dunyanin-idrakisiniz.aspx
Bu arada bu fotoğraf da hakikaten konuyu çok güzel anlatıyor yani. :)))
Bu arada bu fotoğraf da hakikaten konuyu çok güzel anlatıyor yani. :)))
3 Ağustos 2010 Salı
Dişi-Erkek...
Birbirimize bakıyoruz... Ben sağ'ım, o sol. Ben alt 3 çakrayım o üst 3 çakra. O soğuk renkler ben sıcak. O güneş ben ay. O ateş, ben su. O hava ben toprak. O gökyüzü ben yeryüzü... O erkek, ben dişi...
Birbirimize bakıyoruz... Önce derin bir nefret. Bir "neden beni bırakıp gittin" kızgınlığı. Bir ayrılmışlık duygusu. Bir yabancılama mı demeli, tam tersi tanıma ve özlemini itiraf edememe mi?..
Kıyasıya bir kavga başlıyor. Birbirinin etinden et koparmacasına, çığlık çığlığa bağırmacasına, özellikle birbirinin cinsel organlarını parçalayarak, deşerek. Karşındaki ile değil aslında kendin ile bu kavga. Karşındaki de sensin çünkü. Birinci sebep bu. İkinci sebep ise aslında kendine olan nefretin, kendini eksik sayma, ayrılık için kendini suçlama. Eksikliğin, ayrılığın simgelerini yok edersem belki eksikliği de yok ederim duygusu. İkimiz "bir" iken tamdık, hangi aşamada ve neden ayrıldık, kim suçlu?
Büyük patlama soğuyor sonunda. Bütün o bağrışmalar, parçalamaya çalışmalar, yok etme çabası duruluyor. Acıyan gözlerle birbirine bakma aşamasına geçiliyor. Kızgınlık yerini sakinliğe, affetme isteğine bırakıyor. Hep öyle olmaz mı? Büyük kızgınlık büyük affetme isteği değil midir aslında?
Birbirimize yaklaşıyoruz, kalp çakralarımızdan çıkan pembe ışıklar birbirine karışıyor. Büyük bir iç rahatlığı, hesapların kapatılmasına dair, affetmeye dair, bağışlanmış olmaya dair, suçluluk hissinden kurtulmaya dair büyük bir rahatlama bu. Çakralar bir araya geliyor, bedenler birleşiyor. Sağ ve sol birleşiyor, tam oluyor...
Aslında bir'dik. Şimdi yine bir olduk işte.
Birbirimize bakıyoruz... Önce derin bir nefret. Bir "neden beni bırakıp gittin" kızgınlığı. Bir ayrılmışlık duygusu. Bir yabancılama mı demeli, tam tersi tanıma ve özlemini itiraf edememe mi?..
Kıyasıya bir kavga başlıyor. Birbirinin etinden et koparmacasına, çığlık çığlığa bağırmacasına, özellikle birbirinin cinsel organlarını parçalayarak, deşerek. Karşındaki ile değil aslında kendin ile bu kavga. Karşındaki de sensin çünkü. Birinci sebep bu. İkinci sebep ise aslında kendine olan nefretin, kendini eksik sayma, ayrılık için kendini suçlama. Eksikliğin, ayrılığın simgelerini yok edersem belki eksikliği de yok ederim duygusu. İkimiz "bir" iken tamdık, hangi aşamada ve neden ayrıldık, kim suçlu?
Büyük patlama soğuyor sonunda. Bütün o bağrışmalar, parçalamaya çalışmalar, yok etme çabası duruluyor. Acıyan gözlerle birbirine bakma aşamasına geçiliyor. Kızgınlık yerini sakinliğe, affetme isteğine bırakıyor. Hep öyle olmaz mı? Büyük kızgınlık büyük affetme isteği değil midir aslında?
Birbirimize yaklaşıyoruz, kalp çakralarımızdan çıkan pembe ışıklar birbirine karışıyor. Büyük bir iç rahatlığı, hesapların kapatılmasına dair, affetmeye dair, bağışlanmış olmaya dair, suçluluk hissinden kurtulmaya dair büyük bir rahatlama bu. Çakralar bir araya geliyor, bedenler birleşiyor. Sağ ve sol birleşiyor, tam oluyor...
Aslında bir'dik. Şimdi yine bir olduk işte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)