3 Ağustos 2010 Salı

Dişi-Erkek...

Birbirimize bakıyoruz... Ben sağ'ım, o sol. Ben alt 3 çakrayım o üst 3 çakra. O soğuk renkler ben sıcak. O güneş ben ay. O ateş, ben su. O hava ben toprak. O gökyüzü ben yeryüzü... O erkek, ben dişi...

Birbirimize bakıyoruz... Önce derin bir nefret. Bir "neden beni bırakıp gittin" kızgınlığı. Bir ayrılmışlık duygusu. Bir yabancılama mı demeli, tam tersi tanıma ve özlemini itiraf edememe mi?..

Kıyasıya bir kavga başlıyor. Birbirinin etinden et koparmacasına, çığlık çığlığa bağırmacasına, özellikle birbirinin cinsel organlarını parçalayarak, deşerek. Karşındaki ile değil aslında kendin ile bu kavga. Karşındaki de sensin çünkü. Birinci sebep bu. İkinci sebep ise aslında kendine olan nefretin, kendini eksik sayma, ayrılık için kendini suçlama. Eksikliğin, ayrılığın simgelerini yok edersem belki eksikliği de yok ederim duygusu. İkimiz "bir" iken tamdık, hangi aşamada ve neden ayrıldık, kim suçlu?

Büyük patlama soğuyor sonunda. Bütün o bağrışmalar, parçalamaya çalışmalar, yok etme çabası duruluyor. Acıyan gözlerle birbirine bakma aşamasına geçiliyor. Kızgınlık yerini sakinliğe, affetme isteğine bırakıyor. Hep öyle olmaz mı? Büyük kızgınlık büyük affetme isteği değil midir aslında?

Birbirimize yaklaşıyoruz, kalp çakralarımızdan çıkan pembe ışıklar birbirine karışıyor. Büyük bir iç rahatlığı, hesapların kapatılmasına dair, affetmeye dair, bağışlanmış olmaya dair, suçluluk hissinden kurtulmaya dair büyük bir rahatlama bu. Çakralar bir araya geliyor, bedenler birleşiyor. Sağ ve sol birleşiyor, tam oluyor...

Aslında bir'dik. Şimdi yine bir olduk işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder