En başlarda hiçbir şey yoktu. Evrenler, galaksiler, güneş, dünya, ay, insanlar, hayvanlar, bitkiler, hiçbir şey yoktu. Şimdi bildiğimiz, gördüğümüz, hissettiğimiz, herşey, bu hiçbir şeyden meydana geldi. Herşey, hiçlik denen boşluktan, madde, enerji, evren, insan, zaman, bilinç ve kuantumu, ortaya çıktı. Bilinci olmayan birşey, beyin gibi maddesel bir şeyi ve deneyim gibi maddesel olamayan bir şeyi meydana getirdi. Sayılamayacak kadar çok miktarda, küçük kütleli enerji ve ışık, fotonlar ve elektronlar, onlar kuantum mekaniğine göre hiç varolmayan, hayali, üç boyutlu katı dünyayı oluşturdular.
Bir atom parçacığı yanlızca belirli bir yerde varmış gibi gözükür. Ama bilinçli bir gözlemci ölçümlerle, atomum her yerde olduğunu görebilirir. Aslında ölçüm veya gözlem, evreni anlamak için bir anahtar görevi görürler. Yanlızca bilinçli varlıklar gözlemci olabilir, öyleyse biz realiteye çok sıkı bağlarla bağlıyız. Sayamayacağımız kadar çok sayıda küçük kütleli enerji, ışık, fotonlar ve elektronlar, kuantum mekaniğine göre, hiç var olmayan hayali 3 boyutlu dünyamızı meydana getiriyorlar. Ne zaman parçacıklara bakmaya çalışırsak, belirli bir düzeyin ötesinden, gözlem yerinin değişimi onların hareketlerini de değiştirir. Buna ilaveten kendi başına olan parçacıklara daha dikkatli bakıldığında, elektron diye birşeyin olmadığının farkına varırsınız. Bir elektron veya herhangi bir temel parçacık diğer şeylerle ilişki halinde olduğunda var olur. Diğer parçacıklar ve evrenin tümünde olduğu gibi. Maddenin oluşumuna baktığımızda, yaşadığımız dünyada bildiğimiz herşeyin yok olduğunu görürüz, mekan, zaman, objeler yok olur, yanlızca onların arasındaki ilişkiler vardır. Katı madde olarak kabul ettiklerimize, dikkatlice baktığımızda, katılıklarının azaldığını, daha belirgin görünmeye başladıklarını anlarız.
Bildiğimiz realiteler beynimizin ürettikleridir. Beyin her dakika milyonlarca sinyal alır, ve biz onları kendi dışımıza yansıyan, gerçek olarak isimlendirdiğimiz, halogramlar haline getiririz. Beynin korteksi de bir hologram kabul edilebilir ve 2 boyutlu hologramlar 3 boyutlu görüntüyü oluşturuyorsa, buradan devamla 3 boyutlu hologramlarda 4 boyutlu şekilde ortaya çıkacaktır. Hologram bir mecazdır. Bu bir hayalden başka bir hayale nasıl geçiş yapıldığına ilişkin, çelişkiler için bulduğumuz bir yöntemdir. Realiteyi tanımlamak için kullandığımız kelimeler, kavramsal fikirler, kafamızın içindeki fenomenlerdir, gerçekte orada değillerdir. Şimdiki görüntümüz, bizim rezidüel kişi imajı olarak adlandırdığımızdır, digital kişiliğimizin zihinsel projeksiyonudur.
Fizizksel bedenimiz dediğimiz organik varlığımız, bu dünyadaki yaşamını 5 duyu ile yönetir. Görme, duyma, koklama, tat alma, dokunma duyularımızın tamamı, birbirlerine benzer bir işleyişe sahiptirler. Dışarıda var olduğunu düşündüğümüz nesnelere ait, ses, koku, tat, görüntü, sertlik gibi özellikler, sinirlerimiz vasıtasıyla beyindeki duyu merkezlerine aktarılırlar. Beyne ulaşan bu etkilerin tamamı, elektrik sinyallerinden ibarettir. Biz insanlara doğumumuzla beraber, 5 duyumuzla algılayabildiğimiz şeylerin var oldukları, gözle görülmeyen şeylerin, gerçek olmadığı öğretilmiştir. Yaşamımızdaki herşey tamamen beş duyumuzun bize sunduğu algılardır. Bilimin de gösterdiği gibi, dışarıdaki nesnelerin kesin olarak var olduklarını ispatlamak mümkün değildir, bilim bize içinde yaşadığınız dünyanın, aslında beynimizde algılanan, bir hisler bütünü olduğunu ispatlayabilir. Yani beynimizde algıladığımız hislerin, kafamızın dışında bir varlığı olduğunu düşünmek için, bilimsel hiçbir delilimiz yoktur. Gerçek sadece beynimiz tarafından yorumlanan elektriksel sinyallerdir. Beynimiz bilgiyi alır ve ona şekil verir. Resmin orada olmasından ziyade beynin onu resim olarak yorumlamasıdır. Görme sırasında, şimdi okuduğunuz bu kitap sayfasından yansıyan ışık demetleri (fotonlar) gözün arka tarafındaki retinaya ulaşır ve burada bir dizi işlem sonucunda, gözünüzün retina hücreleri tarafından, elektrik sinyallerine çevrilirler. Gözdeki optik sinirler ile iletilen bu sinyaller, sayfanın tüm özellikleri hakkındaki bilgileri, beynin görme merkezine taşırlar. Burada yorumlanan sinyaller, anlamlı bir bütün haline getirilir, böylece sayfanın görüntüsü beynin içinde yeniden inşa edilir. Beyin bunu saniyenin 10 da 1 i gibi bir zaman içinde toparlar ve bir araya getirir, ve bu şudur diye size algılatır. Bu sinyaller, sinirler vasıtasıyla beynin görme merkezine iletilir. Ve biz de, birkaç santimetreküplük görme merkezinde eni, boyu, derinliği olan bir dünya algılarız. Göz sadece kendisine gelen ışığı, elektrik sinyaline çevirmekle görevlidir.
Zihninizde oluşan bu görüntünün gerçekleri yansıtıp yansıtmadığından veya maddesel bir karşılığı olup olmadığını bilemezsiniz. Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgıdır. Beynimizin dışında renkler yoktur, ışık da yoktur. Sadece elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar şeklinde hareket eden bir enerji vardır. Aynı şekilde sayfayı tutuğunuzda el derisindeki sinirler uyarıldığından, bu uyarılar elektriksel sinyaller halinde beyne gönderilirler. Beyindeki dokunma merkezine ulaşan bu mesajlar sertlik, yumuşaklık, sıcaklık, soğukluk gibi hisler olarak algılanır. Aynı durum diğer duyular için de geçerlidir. Ses havada basınç dalgaları oluşturur. Bu dalgalar iç kulakta bulunan tüycükleri uyarır, ve bu titreşimler elektriksel uyarılar şeklinde beyninizin ilgili merkezine gönderilir. Bu sinyallerin beyinde yorumlanması neticesinde ses duyduğunuz hissini yaşarsınız. Beynimizin dışındaki dünyada sadece titreşimler vardır. Bu titreşimler ise yalnızca kulaklarımız ve beynimiz tarafından sese dönüştürülür. Yani, işitecek bir kulak ve beyin olmadığı sürece, ses de yoktur. Koku algısı da aynı şekilde beyinde oluşur. Bir maddeden yayılan kimyasal moleküller, burundaki koku algılayıcılarını uyarır ve burun tarafından elektrik sinyali olarak, yorumlanmak üzere beyne iletilirler. Bizler sonsuz gerçeklik içinde, kendi gerçeğimizi yaratıyoruz ve, çoğumuz bunun farkında bile değiliz.
2 atom altı parçacığı aldığımızda, örneğin 2 elektron, bir tanesine yaptığınız etki ne kadar uzakta olursa olsun, diğerini de etkiler. Madde için bir araya geldikden sonra, ayrılsalar bile enerjileri orada olup, onları bağlamaktadır.Zamanda yeteri kadar geri gidersek, genişleyen evrendeki bütün parçacıklar ve maddeler, bir leblebi büyüklüğü kadar olan tek bir parçacığın içinde idi, bilimin bugün bize söylediği ve iddia ettiği budur. Bugün tüm evreni tek bir leblebi tanesi büyüklüğüne getirebilseydiniz, hepimizin tüm evreni yaratan, aynı parçacığın parçaları olduğumuzu anlardınız. O parçacıklar şimdi ayrı olsa ve genişleseler bile, gerçek budur ve, biz hepimiz enerji olarak hala birbirimize bağlıyız.
Öyleyse, bir atom ve onun elektronu, evren içi evren objelerdir. Bu da demektir ki, kuantum teorisi tarafından açıklanan parelel evren gerçeği, her büyüklükteki objeyi insanlara, yıldızlara, galaksilere, herşeye ve bu sadece paralel elektronlar teorisi değil de Paralel Evren Teorisi olarak isimlendirdiğimizin açıklamasıdır. Çünkü sonuçta bizler de atomlardan meydana geldik. Ve aynı teori atomların farklı evrenlerde, birden fazla yerde varolduğunu söylerken, bizlerin de bir zihin halinden birden fazla yerde, ve bunun gibi farklı evrenlerde olduğumuzu söylemektedir.
Bu şu manaya gelmektedir elektronlar arasında ayrılık olmadığı gibi İnsanlar arasında da ayrılık yoktur. Herşey birbiri ile bağlantılıdır. En büyük sır bireyselliğin bir illüzyon olduğudur. İllüzyon zihinlerimizin nasıl algıladığıdır. herkesin illizyonu kendi zihninden gelir. Tüm maddeler, belli titreşimlere sıkıştırılmış enerjilerdir, hepimiz kendini öznesel olarak deneyimleyen tek bir bilinciz, ölüm yok, çünkü hayat yanlızca bir rüya ve biz kendimizin hayaliyiz. İllüzyonun kaynağını dışarılarda aramak yanlızca zaman kaybıdır çünkü sizin illüzyonunuz yanlızca sizin içinizdedir, sizin zihninizin içindedir. Sonsuzluk ise zihnimizin ve varlığımızın sınırıdır.
Kalın sağlıcakla,ışıklı günler hepinize... Petek Kitamura
atom aslında tekse.
YanıtlaSilherşey bir, herşey tek ve herşey tam.
YanıtlaSilo yüzden kendini eksik görmek, şüphelenmek de oyun oynamak aslında...