İnsan yani bizler, 2 değişik varlığın birleşiminden meydana gelmişizdir. Varlıklardan birincisi, vucut veya beden dediğimiz ölümlü organik varlık, ruh denen ikinci ölümsüz varlığa, bu dünya üzerinde geçiçi olarak ev sahipliği yapar. Ruh uzun kozmik yolculuğunda, dünyada geçirdiği zamanı, beden dediğimiz varlığı kullanarak değerlendirir. Bedenlenmeler sayesinde ruh kozmik alemde gelişimine devam eder. Insan kendini organik bir varlık olarak kabul etmemeli, bedenin ölümünü kendi sonu sanmamalıdır. Insanın özü ruhudur, ruh bedenden çok üstündür. Bedeni kontrol edebilen insan, onu geçiçi bir zaman için, bu dünya aleminde kullandığını idrak edebilmelidir.
Beden veya vucut dediğimiz organik varlık, bu dünyadaki yaşamını 5 duyu ile yönetir. Görme, duyma, koklama, tat alma, dokunma duyularımızın tamamı, birbirlerine benzer bir işleyişe sahiptirler. Dışarıda var olduğunu düşündüğümüz nesnelere ait, ses, koku, tat, görüntü, sertlik gibi özellikler, sinirlerimiz vasıtasıyla beyindeki duyu merkezlerine aktarılırlar. Beyne ulaşan bu etkilerin tamamı, elektrik sinyallerinden ibarettir. Biz insanlara doğumumuzla beraber, 5 duyumuzla algılayabildiğimiz şeylerin var oldukları, gözle görülmeyen şeylerin, gerçek olmadığı öğretilmiştir. Yaşamımızdaki herşey tamamen beş duyumuzun bize sunduğu algılardır. Bilimin de gösterdiği gibi, dışarıdaki nesnelerin kesin olarak var olduklarını ispatlamak mümkün değildir, bilim bize içinde yaşadığınız dünyanın, aslında beynimizde algılanan, bir hisler bütünü olduğunu ispatlayabilir. Yani beynimizde algıladığımız hislerin, kafamızın dışında bir varlığı olduğunu düşünmek için, bilimsel hiçbir delilimiz yoktur.
Görme sırasında, şimdi okuduğunuz bu kitap sayfasından yansıyan ışık demetleri (fotonlar) gözün arka tarafındaki retinaya ulaşır ve burada bir dizi işlem sonucunda, gözünüzün retina hücreleri tarafından, elektrik sinyallerine çevrilirler. Gözdeki optik sinirler ile iletilen bu sinyaller, sayfanın tüm özellikleri hakkındaki bilgileri, beynin görme merkezine taşırlar. Burada yorumlanan sinyaller, anlamlı bir bütün haline getirilir, böylece sayfanın görüntüsü beynin içinde yeniden inşa edilir. Bu sinyaller, sinirler vasıtasıyla beynin görme merkezine iletilir. Ve biz de, birkaç santimetreküplük görme merkezinde eni, boyu, derinliği olan bir dünya algılarız. Göz sadece kendisine gelen ışığı, elektrik sinyaline çevirmekle görevlidir. Zihninizde oluşan bu görüntünün gerçekleri yansıtıp yansıtmadığından veya maddesel bir karşılığı olup olmadığını bilemezsiniz. Dünyayı bir ışık demeti olarak algılıyoruz, bu yüzden de bu algılara bakarak maddeyi mutlak gerçek zannetmek büyük bir yanılgıdır. Beynimizin dışında renkler yoktur, ışık da yoktur. Sadece elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar şeklinde hareket eden bir enerji vardır. Aynı şekilde sayfayı tutuğunuzda el derisindeki sinirler uyarıldığından, bu uyarılar elektriksel sinyaller halinde beyne gönderilirler. Beyindeki dokunma merkezine ulaşan bu mesajlar sertlik, yumuşaklık, sıcaklık, soğukluk gibi hisler olarak algılanır. Aynı durum diğer duyular için de geçerlidir. Ses havada basınç dalgaları oluşturur. Bu dalgalar iç kulakta bulunan tüycükleri uyarır, ve bu titreşimler elektriksel uyarılar şeklinde beyninizin ilgili merkezine gönderilir. Bu sinyallerin beyinde yorumlanması neticesinde ses duyduğunuz hissini yaşarsınız. Beynimizin dışındaki dünyada sadece titreşimler vardır. Bu titreşimler ise yalnızca kulaklarımız ve beynimiz tarafından sese dönüştürülür. Yani, işitecek bir kulak ve beyin olmadığı sürece, ses de yoktur. Koku algısı da aynı şekilde beyinde oluşur. Bir maddeden yayılan kimyasal moleküller, burundaki koku algılayıcılarını uyarır ve burun tarafından elektrik sinyali olarak, yorumlanmak üzere beyne iletilirler.
Tüm algıladıklarımız gördüğümüz, duyduğumuz, tattığımız, dokunduğumuz ve kokladığımız şeyler, beynimizde bize özel olarak tekrar oluşturulur. Dolayısıyla "etrafımdaki dünyayı algılıyorum" derken, zihnimizde oluşan kopya renklerden, şekillerden, seslerden ve kokulardan bahsederiz. Aslı ile hiçbir zaman ve hiçbir şekilde muhatap olamadığımız ve olamayacağımız maddi dünyanın varlığını ispatlamamız da mümkün değildir. Dünyayı algılayış şeklimiz, çevremizde bir görüntü olduğuna bizi inandıracak mükemmelliktedir; ama içinde bulunduğumuz durumun gece gördüğümüz rüyalardan pek de farklı bir yönü yoktur. Rüyamızda mükemmel bir maddesel dünya olduğunu zannederiz. Ama uyanınca yaşadığımızı zannettiğimiz şeylerin, sadece zihnimizde yaşandığını fark ederiz. Uyanık olduğumuz zamanki deneyimlerimiz de tıpkı rüyada olduğu gibi zihnimizde yaşanmaktadır. Hepsi dışarıda gerçekmiş gibi görünüyor, ama yalnızca bir hayaldir. Görmek için dış dünyaya ihtiyaçımız yok, herhangi bir şekilde beynin uyarılması ile tüm duyular harekete geçebilir, hisler, görüntüler ve sesler oluşabilir. Rüyalarımız bunun en açık delilidir. Rüyanızda korku, heyecan, sevinç, üzüntü gibi duygular yaşarken, aynı zamanda çeşitli görüntüler görür, sesler duyar, maddenin sertliğini hissedersiniz. Ancak ortada bu hislere, algılara sebep olacak hiçbir kaynak yoktur.
Dış dünya dediğimiz her şey birer algıdan ibaretse, tüm bunları gördüğünü, duyduğunu düşündüğümüz beynimiz nedir? Beynimiz de diğer her şey gibi atomlardan, moleküllerden oluşan bir yığın değil midir? Madde dediğimiz her şey gibi beynimiz de bir algıdan ibarettir, yani istisna olarak kabul edilebilecek bir durumu yoktur. Çünkü sonuçta beyin dediğimiz şey de, duyu organlarımızla algıladığımız bir et parçasıdır. O da dışarıda var zannettiğimiz her şey gibi bizim için bir hayalden ibarettir. O halde tüm bunları algılayan kimdir? Gören, duyan, hisseden, koklayan, tat alan beyin değilse nedir? Insan bilinç sahibi, görebilen, hissedebilen, düşünebilen, muhakeme edebilen bir varlık olarak maddeyi oluşturan atomlardan, moleküllerden çok öte bir varlıktır. Insanı insan yapan Tanrı'nın ona verdiği ruhtur.
Bedenlenmenin amacı ruhun tekamülü içindir. Bizler böyle bir sentezden meydana geldiğimiz için, amaclarımız hem bedensel, hem de ruhsaldır. Ikisini birbirine karıştırır dururuz, bu nedenle yaşam boyu gayemizi bulmakta zorlanırız, acı ve ızdırap çekeriz, sorularımıza kesin bir cevap bulamayız. Ruh denilen varlık, eğer beden denilen varlık üzerinde hakimiyet sağlarsa, insan o zaman cok güçlü olur. Arabayı kullanan kişiyi ruh, ve arabayı beden diye düşünürsek, araba istediği yere gitmemeli, onu kullanan bütün idareyi elinde tutabilmelidir. Bedenin istekleri hep fizikseldir, 5 duyusu ile algıyabildiği şeyler. Daha iyi bir yaşam, daha iyi bir iş, bol para, güzel yemekler, güzel ve iyi bir eş, güzel bir beden, daha neler neler, sonu yok beden denilen varlığın isteklerinin. Sahip olamadıkça da üzülüyor, sıkılıyor, ruha da yaşamı haram ediyor. Eğer ruh bedeni eğitebilirse yaşam çok kolaylaşır. Burada bütün iş ruha düşer, bunu başarabilen ruh aydınlanmaya çok yaklaşmış, hatta bazıları aydınlanmıştır. Bu seviyeye ulaşmış insanlar kendileri için, hem avukat hem savcıdırlar. Bu şekilde insan denen sentez varlık kendini kontrol edebilir. Gerekli bilgi, görmesini bilenler için, her yerde mevcuttur.
DUYURU
YanıtlaSilBloglardan Seçmeler 24 Kasın 2010 günü ÖĞRETMENLER GÜNÜ özel sayısı olarak yayınlanacaktır.
Katkı sağlamak isteyenler, öğretmenlerimizle ilgili her türlü yazı ya da başka çalışmalarını
29 Ekim 2010 gününe kadar Bloglardan Seçmeler'e gönderebilirler.
İlgi göstereceğinizi umuyorum.
Sevgi ve saygılarımla
Sabahattin Gencal