E Y L E M Y A S A S I
YAŞAMI UYGULAMAK
Ne kadar hissedersek ya da bilirsek bilelim, potansiyelimiz ve
yeteneklerimiz ne olursa olsun, yalnızca uygulamayla onları
gerçekleştirebiliriz.
Çoğumuz kendimizi adama, cesaret ve sevgi kavramların ne olduğunu
anlıyoruz. Ama ancak bunları uyguladığımızda ne olduklarını bilebiliriz.
Yapmak, anlayışı getirir. Uygulamak bilgiyi bilgeliğe dönüştürür.
Bu dünyada yaşamak için rüyalar ve iyi niyet yetmiyor, eyleme geçmek
gerekiyor. Tam da Tagore ‘nin ‘Okyanusu suya bakarak aşamazsın. ‘sözünde
olduğu gibi.
Eski bir hikayedir. Bir zamanlar, Hindistan’da yaşayan 'yüksek bir sınıf’a'
mensup bir ailenin üyesi bir genç, zamanının çoğunu okuyarak geçiriyormuş. Bir
gün, nehirde yaptığı bir yolculuk sırasında, büyük bir sandalla nehirde
giderken, bir yandan da övünerek kaptana ne kadar çok şey bildiğini
anlatıyormuş. İlgiyle dinleyen kaptan birden sürekli övünen gencin sözünü
keserek yüzme bilip bilmediğini sormuş. 'Hayır demiş genç, 'Bilmiyorum'.
Bunun üzerine 'Korkarım ki tüm bildiklerini boşuna öğrenmişsin çünkü sandal
batıyor’ demiş.
Devamını merak ediyorsun değil mi? O çok bilgisiyle övünen genç
boğulmuş. Bence bu hikayeyi unutmasan iyi olur. Bu dünya enerji ve eylem
dünyası. Ne bilirsen bil, kim olursan ol, ne kadar kitap okursan oku, ne gibi
yeteneklere sahip olursan ol, tüm bunları ancak uygulayarak yaşama
geçirebilirsin. Felsefeler ne kadar yüce olursa olsun, sözler ne kadar
etkileyici ve büyük olursa olsun beş para etmezler. İdealler, cesaret ve
sevgi hakkında konuşmak kolaydır. Ama yapmak anlamaktır. Bilinç ve bilgelik
için uygulamak gereklidir.
Pek çok insan yüksek bir tepenin zirvesine tırmanıp aşağılarda yayılan
ovayı, denizi ya da ormanı seyretmeyi ister…
Sorulduğunda çoğu insan bu manzarayı seyretmekten hoşlanır. Ama bunu sadece
çok az insan yapabilir. O güzel manzarayı zirveden seyredebilenler; daha
zeki, daha güçlü ya da daha çok hak ettikleri için değil, tırmandıkları için
seyredebilmişlerdir. Tırmanmayı göze alan, zirvenin de hazzını yaşar.
Eyleme geçmek bu dünyada hiç de kolay olmuyor; şüphe ve tembellik her
yerde. Zihnimiz ve bedenimiz bile tembel. Düşünce ve fikirleri uygulamak
enerji, özveri, cesaret ve yürek gerektiriyor. Çünkü harekete geçmek risk
almaktır. Yaşamımızı ertelemek için sayısız mazeretimiz var. İyi niyet
koltuğunda oturuyor ve başkalarının bir şeyler yapmalarını bekliyoruz. Eylem
Yasası aynı mesajı tekrar ve tekrar ediyor: Yapabileceğinin en iyisini yapmak,
hiç yapmamaktan ve mazeret üretmekten iyidir.
SABAHLARI YATAKTAN KALKIP EKMEĞİNİ BULMAK İÇİN AKAN KALABALIĞA KARIŞMAK
BİLE CESARET İSTİYOR. HERKES EYLEM YASASINI BİR ŞEKİLDE UYGULUYOR, DEĞİL Mİ?
Her canlı varlık hareket ediyor ama çoğu insan sadece tepki gösteriyor.
Tepkilerini de acı ve korku hissettiklerinde, ilişkileri savaş alanına
döndüğünde, bedenleri stresten hasta olduğunda gösteriyor.
Eylem Yasası bize cesaret, net bir amaç, kararlılık doğrultusunda
tembelliğimizi ve sabırsızlığımızı aşmayı öğretiyor.
Üç temel gerçeği kabul ederek.
1-insan olduğumuzu ve bu dünyada fiziksel olarak var olduğumuzu,
2-Kimsenin bizim için yaşamayacağını ancak, kendi çabalarımızla
güçleneceğimizi,
3-Eyleme geçmenin bazı zorluklan da getireceğini ve bunlara rağmen eyleme
geçmekte kararlı olduğumuzu
göstererek!.
İşte o zaman kendimizin güvenli, emniyetli, coşkulu ve motivasyonlu
olduğumuz anı bekleme lüksünden vazgeçeriz. Korku ve şüphelerin önümüze duvar
örmesine izin vermeyiz. Birilerinin bize yaptıklarımızın doğru olduğuna dair
onay vermesini beklemeyiz.
Korkularımıza, şüphelerimize ve kararsızlıklarımıza rağmen en yüksek
ideallerimiz doğrultusunda hareket etmemizin zamanı geldi. Bu aciliyetten
dolayı, şimdi ve burada yine karşına çıkıp anlatmak gereğini
duyuyorum. Korkuların üzerine cesaretle gitmemiz gerekiyor. Her gün cesur
olmalıyız. Çünkü her gün korkularla yüzleşiyoruz. Bu korkular hiç de banka
soyguncusuyla güreşmek ya da bombalanan bir binadan bir insanı kurtarmak gibi büyük
değil. Ama, duygularımızı ifade etmek, alışkanlıklarımızdan kurtulmak ya da
farklı olabilmeyi göze alabilmek türünden korkularla her gün karşı karşıyayız.
Çoğu kez gazete haberlerinde okur, TVlerde izleriz. Trafik kazalarında
yaralanan insanlar ite çeke araçlardan çıkarılır, karga tulumba taksilere
atılıp hastanelere yollanır. Ama kaza ve hastane raporları bu yaralıların
çoğunun iç kanama geçirdiğini, kımıldatılmamaları gerektiğini ya da sinir
zedelenmeleri dolayısıyla farklı şekillerde örneğin yüzü koyun yatırılıp ya da
boyunluk takılarak sevk edilmeleri gerektiğini söylüyor. İstatistikler bu
hastalarda ölüm vakalarına ya da kalıcı sakatlıklara daha çok rastlandığını
gösteriyor.
Yardım etme çabamız takdir edilebilir bir çaba ama genellikle düşüncesiz ve
bilinçsiz.
ŞAŞIRDIN, HATTA SAÇMALADIĞIMI DÜŞÜNÜYORSUN DEĞİL Mİ?
O insanların yardıma çokça ihtiyacı var gibi görünebilir. Yine de her
yasanın zıddının çekirdeğini taşıdığının farkında ol. Bazen şefkat eylemi
gerektirir. Ama bu yasa aynı zamanda hareketsizliğin ve dingin olmanın
derinliğini de öğretir. Yani eylemsizliğin eylemini.
Tıpkı meditasyon gibi. Hareketin de durmanın da zamanı vardır. Bazen en
büyük sabrı, cesareti ve olgunluğu hiçbir şey yapmadan gösterebilirsin. Bir
şeyler yapma arzularına ve dürtülerine rağmen.
KİŞİ NE ZAMAN HAREKETE GEÇMESİ GEREKTİĞİNİ YA DA HİÇBİR ŞEY YAPMAMASI
GEREKTİĞİNİ NASIL BİLEBİLİR DİYE BİR SORU ŞİMDİ CEVAP BEKLİYOR GALİBA?
Tembelliğe eğilimli ve korkularına boyun eğen insanlar cesaret ve
kararlılığa doğru odaklanmalı, tepkisel konuşan ve davranan insanlar ise durup,
derin nefes almalı, duygu ve dürtülerinin kendilerini kontrol altına almasına
fırsat vermemeli.
Her durumda, yüreğinin bilge sesini dinle: ne zaman harekete geçmen, ne
zaman sakin kalman gerektiğini duyacaksın.
Ocaktaki, sobadaki ateşi hatırla. Ateşin maddeyi enerjiye dönüştürdüğünü
fark edersin… Bu da bize her şeyin geçici ve değişime uğradığını hatırlatıyor.
Sonunda, her birimiz, yaşamın alevsiz ateşi içinde yok oluyoruz. Cesur ol,
hala zamanın varken; hala bedenin varken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder