21 Mayıs 2009 Perşembe

Dışlanmışlık...

Olan her olayı aynı şükran ve tevekkül duyguları ile karşılamak gerek diyorum hep, bazıları ne kadar zor gibi görünse de, zorluk kolaylık da son derece göreceli, kişiden kişiye değişir kavramlar aslında her kavramın olduğu gibi.

Dışlanmışlık belki de en ilginç deneyimlerden biri. İnsan kendini son derece yanlız ve onaylanmamış hissediyor ki insanın insan olmasından kaynaklanan önemli gereksinimleri bunlar. Çoğumuzda genetik olarak yerleşmiş yalnızlık ve onaylanmama korkuları var. Yaşadığımız sürece yaptığımız bir çok eylemde de bu korkuların etkilerini görebiliriz; "hayır diyememe", "gereksiz özveriler", "kendinden aşırı ödün verme", "başkasının fikirlerini kendisininmişcesine sahiplenme" hatta "ikiyüzlülük", "dalkavukluk". Bütün bunlar temeli dışlanma korkusu olan ve bahsettiğim başka korkularla desteklenen davranışlarımız.

Dışlanmışlık deneyimi için insan bir çok fırsat yaratabilir; ailen tarafından dışlanmak için sorunlar yaratabilir; tasvip edilmeyecek davranışlar örneğin, hatta ülkemizde sıkça yaşanan töre cinayetleri bunun topluma yerleşmiş korkuların sürüpgiden sonuçları olduğunu hissediyorum. İş hayatında da bu deneyimi yaşamak için iyi fırsatlar yaratılabilir; ekip dışında kalmak, sosyal olaylara katılımdan dışlanmak, şirkette olan olaylardan haberdar edilmemek gibi. Sosyal hayat da önemli bir dışlanma fırsatı olabilir; örneğin yakın dostların tarafından onaylanmayacak olaylar yaratmak; tasvip edilmeyen hareketler yapmak, insanlarla görüşmek vs.

Dışlanmak insana kendini hiç bitmeyen bir mahkemede hissettiriyor, savunma bile yapmana fırsat verilmiyor sanki ve savunma ile iddia senin adına konuşurken sen sesini çıkaramıyorsun bile. Çaresizce öyle ya da böyle mahkemenin sonuçlanmasını bekliyorsun. Hani en kötü karar kararsızlıktan iyidir denir ya onun gibi, öyle ya da böyle sonuçlansın istiyorsun. Sürüncemede kalan şeyler insanı perişan eder ya hani ama o da başka bir konu, onun üzerinde de başka bir sefer düşüneyim...

Dışlanma anında asıl farketmemiz gereken aslında içimize dönme gerekliliği bence. Dışlanmışlığın tamamen bir illüzyon olduğu. Herşey zaten "bir" ise; dışlanan ve dışlayan bir demektir ki bu da durumu tamamen ortadan kaldırır. Başkaları tarafından dışlanmak aslında kendi kendimizi dışlıyor olmamızdır ki bu kendimize kızgınlığımızdan, öfkemizden kaynaklanabilir, kendi kendimizi hayal kırıklığına uğratmışızdır muhtemelen, suçluyoruzdur kendimizi derinden. Temel olan başımıza gelen herşeyin, bizim içimizde yaşandığı prensibini kavrıyor olabilmek. Herşey bizim içimizde; suçlayan da suçlanan da, dışlayan da dışlanan da, iyi de kötü de en temel noktasından bakarsak. Her duygu [ya da algı mı demeliyim ona acaba] tersini yaratır çünkü. Yoğun mutluluk mutsuzluk olasılığını da hayatınızın ortaya yerine yerleştirir ya hani, o mutluluğu kaybetmekten korkmaya başlarsınız delicesine, o hesap...

Ben şimdi düşünce bulutlarının üzerine çıkıp, sakin kalıp, tüm olay ve insanları aynı şükran duygusu ile kabul etmek istiyorum ki bu duygudan kendimi sıyırıp içimdeki huzur ve neşeye ulaşabileyim. Acı benim egomun ürettiği çok güçlü bir duygu bunu biliyorum, anlıyorum ve her geçen gün kendimi daha da geliştirmek istiyorum bunu artık yaşantımın geçmişte kalan deneyimleri arasında bırakıp yoluma devam etmek için...

"Ah yaşam ne kadar da zor" dedi egom içimden, "yaşam çok kolay, ben hep kolaylıklar yaratıyorum" diye düzelttim içimden ben de!

2 yorum:

  1. Ya dışında değilde içindeysek? Ya da içinde sananlar dışındaysa? bu matrixin içerisinde 'bir' isek eğer karar defterini kim imzalıyor?

    YanıtlaSil
  2. İçimde bir ışık yaktınız bu yazı ile. Üzerinde düşündüğüm bir konunun çözümü oldu bu yazı.

    YanıtlaSil