29 Eylül 2009 Salı

Temizle temizle temizle...

Ağlama...
Çok gülme...
Aman dikkat et düşersin...
Yavrum bir yerini kıracaksın...
Açlıktan ölmek mi istiyorsun?
Sırtın terlemiş yine, hasta olacaksın...
Her yerini, üstünü başını çamur yapmışsın, bunları temizlemek yine bana düşüyor, hiç mi bana acımıyorsun?
Ben senin hizmetçin miyim? Ne bu odanın hali?
Öğretmenin diyor ki, ders boyunca hayal kuruyormuşsun, hiç ders dinlemiyormuşsun...
Abuk subuk kitaplar okuyacağına ders çalış biraz bak SGS var 2 hafta sonra!
Şu an paramız yok, hiç bir şey alamayız...
Hayat zor, çok çalışman gerek...
Yavrum biz memur ailesiyiz, sen kendini garantiye alacak bir meslek seç de ondan sonra ne istersen yap!
Aman paranı dikkatli harca...
Aman kapıyı sıkı sıkı kilitle, çalınırsa sakın bakmadan açma, aşağı kapıyı kim o diye sormadan asla açma...
Aman sıkı giyin, donarsın, hava çok soğuk...
Aman başını ört, başına güneş geçer hava çok sıcak!
Erkek adam ağlar mı, topla kendini?
Kız kısmısı o kadar sesli güler mi, kendine gel!
Kız çocuğusun sen yavrum, yardım etsene şu sofraya!..
Erkeksin oğlum sen, çak suratına bir tane otursun yerine eşşoğlueşşek...
Yazı ayrı bir dert, kışı ayrı bir dert, bu şehirde yaşamak ne zor!
Kadınlar zordur evladım, mümkünse hiç evlenme!
Aman kızım dikkat et, erkekler sana sonra pişman olacağın şeyler yaparlar, onlar zaten tek bir şey peşindedir, aman dikkat!
Aslan oğlum benim bak her gün ayrı bir kız arıyor!
Bizim kız iyice yoldan çıktı, noluyor böyle erkek arkadaş falan?!!

Hayat zor kızım, hep çalışmak gerek, kendi ekonomik özgürlüğünü kazan önce...


Şehirde yaşamanın bedeli çok ağır, kendine çok dikkat et, sprey falan alalım sana, çantanda taşı...

Otobüse binme, ne o öyle kıç kıça!!!

Aman kızım dikkat, çantanı alıp kaçarlar, sıkı tut çantanı...

Çantanı yere koyma canım, bereketi kaçar...

Aman dikkat et evladım nazar değer!

Aman iyice ezberle derslerini yavrum, bak dünyanın parasını veriyoruz okula...

Mutlaka iyi bir okula kapağı atmalısın, mutlaka, mecbursun evladım, aman çok çalış!..

...

Doğduğumuz andan itibaren öyle bir mesaj bombardımanına tutuluyoruz ki, düşündükçe aklıma binlerce diyalog geliyor, gülüp duruyorum... Korku, acı, suçluluk duygusu, hayal kırıklığı yaratmak için eğitiliyoruz sonra da temizleyip duruyoruz... Çocuklarımızı özgür, cesur, yaratıcı insanlar olarak yetiştirebilecek farkındalık seviyesine geleceğimiz günleri iple çekiyorum doğrusu...

25 Eylül 2009 Cuma

Evrensel Yasalar - 12


B Ü T Ü N L Ü K   Y A S A S I
BAĞLANTILARIMIZI HATIRLAMAK
Dünyada farklı yaşamları olan, farklı varlıklar gibi görünüyoruz. Ama her farklı yağmur damlası nasıl okyanusun bir parçasıysa her birimiz de farkındalık okyanusunun, tanrının bedeninin bir parçasıyız.
Hepimizin bir olduğu yüce gerçeğinin derinliklerinde sevgiyi ve huzuru bul.
Korku, kıskançlık ve öfkenin ağırlığını geride bırakarak, anlayışın kanatlarında uç.
Şefkat Ülkesine doğru.
Bütünlük Yasası ikimiz için bazı zorlukları da beraberinde getiriyor. Çünkü bu yasanın aşkın doğası, ancak yüksek bir farkındalıkla kavranabilir. Bu nedenle, önce zihnine hitap etmeye çalışacağım. Ama sözlerim sadece tohumlardır. Bu tohumlar yüreğine ulaşıp çiçeğini açtığında, bu yasa hayatını sonsuza dek dönüştürebilir. Bütünlük Yasası, göründüğümüz gibi ayrı varlıklar olmadığımızın Büyük Anlayışıdır.
Hepimizin gerçekte TEK VARLIK, TEK BİLİNÇ olduğumuzun En Geniş Kavranışı.
Bu yasanın günlük yaşamla ne ilgisi var? Diye düşünebilirsin. Endişelenmene gerek yok bunu  zaman içinde anlayacaksın.
Bütünlük Yasasının ego tarafından, küçük benliğimiz tarafından algılanabilmesi hiç de kolay değildir çünkü sıradan algılamalarımızla açıklanamaz. Bu nedenle, öncelikle günlük yaşantımız boyutunda ele alalım. Evet her birimizin ayrı bedeni, zihni ve duyguları var. Eğer bir şey düşünüyorsam bu düşünce aynı zamanda senin zihninde de belirmez. Ben bir duyguyu yaşarken sen hiç de benim gibi hissetmezsin. Ben dizimi yaraladığımda sen dizimin acısını hissedemezsin.
Bütünlük Yasası bir paradokstur. Farkındalığımızın boyutuna göre hem doğru hem yanlıştır. Bizim Bir ya da çok olduğumuz objektif gerçeklikten çok bakış açımıza bağlıdır. Gündelik bilgi bize ayrı olduğumuzu söyler. Yüksek Bilinç ise, Bir olduğumuzu.
Algı açısının değişmesi bize aynı Bilincin farklı bedenlerde ifadesi olduğumuzu gösterir. Tıpkı tüm yaprakların aynı ağacın parçası olduğu gibi. İnsanlık bu yüksek gerçeği görmeyi unutuyor. Bunun yerine, farklılıklarımıza, ayrılıklarımıza odaklanıyor. Ama sen Yüksek Gerçeği hatırlayacaksın değil mi?
"Unutmayacağım" dedim, "ama anladığıma da pek emin değilim."
Bu mevsimin meyvesi ne? Portakal mı, erik mi, şeftali yahut karpuz mu o meyveyi incelersek, 'tek' meyve deriz. Oysa milyonlarca hücrelerden, moleküllerden ve atomlardan oluşmuştur. Mini minnacık atoma 'tek’ bir atom deriz; oysa o 'da birçok parçacıklardan oluşmuştur. Dünyayı incelediğimizde 'tek' bir dünya deriz; oysa Dünya gerçekte toprak, hava, ateş ve sudan, milyonlarca türden, milyarlarca canlı varlıktan, trilyonlarca atomdan oluşmuştur. O zaman bir kozalak, bir atom ya da Dünya 'tek' mi, 'çok' mu?

23 Eylül 2009 Çarşamba

Evrensel Yasalar - 11


T E S L İ M İ Y E T   Y A S A S I
YÜKSEK İRADEYİ KUCAKLAMAK
Teslimiyet, açık kollarla bu anı, bu bedeni, bu hayatı kabul etmektir.
Teslimiyet, kendi yolunun önünden çekilerek, yüksek İradeyle uyum içinde yaşayabilmektir.
Teslimiyet, yüreğin bilgeliğidir.
Teslimiyet, pasif bir boyun eğme değildir.
Teslimiyet, her zorluğa ruhsal gelişim ve genişleyen farkındalık olarak bakabilmektir.
BİR NEHRİN KIYISINDA DOLAŞIRKEN, YA DA BİR KÖPRÜDEN GEÇERKEN AKAN SUYUN NE KADAR YUMUŞAK VE AYNI ZAMANDA GÜÇLÜ OLDUĞUNA HİÇ DİKKAT ETTİN Mİ?
Güçlü ve akışkan su, yerçekimine karşı mücadele vermediği gibi neyin içine konursa onun şekline uyum gösteriyor. Su, her koşulda verebileceğimiz en zekice ve güçlü tepkinin ne olduğunu bize öğretiyor.
NASIL BİR TEPKİ DİYE  SORMAK HAKKIN?
Genellikle klasik öğretide bize inandığımız şey için mücadele etmemiz ve asla yılmamamız gerektiği öğretilir değil mi? Oysa  asıl  öğrenmemiz gereken teslimiyettir.
ANLAMAKTA ZORLANIYORSUN DEĞİL Mİ?
Teslimiyet Yasası yaşamamızda ne olursa olsun olduğu gibi kabul etmemiz anlamına gelmesine rağmen hoşlanmadığımız şeyler içip pasif davranmamız, tolerans göstermemiz anlamına gelmiyor.
Adaletsizliği görmezden gelmek ya da kontrol edilmenize, kurban olmanıza izin vermeniz demek de değil.
Gerçek teslimiyet, aktif, olumlu, etkin bir şekilde durumunuzdan bir değer çıkararak yaratıcı çözümler üretmektir.
Soğuk algınlığında, patlayan lastikte ya da diğer problemlerde bir değer varmış gibi davranmamalısın.
Bu yasa herhangi bir şey demiş gibi davranman ya da gerçek duygularını yadsıman anlamına gelmiyor. Yasa, sorunları dönüştürebilmekle ilgili.
Bakış açını değiştirebilmek teslimiyeti öğrenmenin yoludur.
"Şöyle bak, beden eğitimi dersinde eğitilirken koç sana bir gün ödül verir. Ertesi gün pestilin çıkana kadar çalıştırır. Bunu eğitiminin bir parçası olarak kabul eder, hatta değerini bilirsin.
Aynı şey günlük yaşamın için de geçerli. Ruh senin koçun, hayat da eğitimindir.
ŞİMDİ SORUYORUM: EĞER, PATLAMIŞ LASTİĞİ YA DA SOĞUK ALGINLIĞINI ÖĞRENİMİNİN VE GELİŞİMİNİN GEREKLİ BİR PARÇASI OLARAK GÖREBİLSEYDİN NE OLURDU?
En gerçek anlamıyla bu yasa sana ana teslim olman için yol gösteriyor... Ne olursa olsun ve nasıl tepki gösterirsen göster. Olanı kabul edebilmenin yolunu gösteriyor. Sadece yaşamın iniş çıkışlarını değil, bedenini, düşüncelerini, duygularını yani kendini kabul edebilmek anlamına geliyor.
Kendini olduğun gibi kabul ettiğini öğrendiğinde, ne olursa olsun teslimiyet gösterdiğinde yaşamın kolaylaşacağını sanma sakın.
Yaşam önüne çözmen gereken sorunlar ve testler çıkarmaya devam edecek. Ama yaşama gergin değil, rahat yaklaştığında en zor durumlarda bile zevk alacak bir şeyler bulabileceksin. Tıpkı bir bulmacayı çözerken, satranç oynarken aldığın zevk gibi.

20 Eylül 2009 Pazar

Evrensel Yasalar - 10


D E Ğ İ Ş İ M   Y A S A S I

DOĞANIN MÜZİĞİYLE DANSETMEK
Doğanın ritmi, dönemleri, devirleri vardır.
Mevsim dönemleri, yıldızların ritmi, gel-git hareketlerinin devreleri gibi. Mevsimler birbirini itmez. Bulutlar gökyüzünde yarış etmez. Her şey kendi zamanında olur. Tıpkı yükselen ve alçalan okyanus dalgaları gibi.
Evrende her şeyin bir ritmi vardır. Bu ritim bir dalga boyu  ve frekans olarak ortaya çıkar. Mevsimlerin döngüsü, yıldızların rotası, gezegenlerin dönüş yörüngeleri, denizdeki gelgit hareketleri vb. İnsanlık için de bu böyle, birbirini takip eden devirler olarak gözlenir. Her şey kendi ritminde ve zamanında olur. Ne önce ne sonra. Dünya, değişimin müziğiyle dans ediyor. Mevsimler geçiyor, günler gecelere dönüşüyor. Her şey kendi döngüsünde gelişiyor, değişiyor, büyüyor, ortaya çıkıyor, kayboluyor, doğuyor, ölüyor, geliyor, gidiyor. Doğan batıyor, batan doğuyor. İşte bu Değişim Yasası. Değişim rüzgarları yaşamını alt üst eden. şiddetli bir fırtına olarak da, yanaklarını okşayan bir meltem olarak da gelebilir. Değişim sürekli olan tek şeydir ve değişimin kendine özgü yolu, kendine özgü zamanı vardır.
Değişim hakkında daima karmaşık duygular hissederiz. Bazen yaşam monoton hale geldiğinde bir şeylerin değişmesini isteriz ama her şey yolunda gittiğinde değişim zor gelir, özellikle de zor olanları.
Oysa değişimin kendisi zor değildir. Sabahları güneşin doğuşu kadar doğal gerçekleşir ve hayatımızdaki yerini alır. Ama çoğumuz düzen ve kontrol duygusunu yaratabilmek için bildik yollar ararız. Bu yüzden değişimi; arzularımız ve isteklerimize bağlı olarak şans ya da felaket olarak algılarız. Yağan yağmura çiftçiler hoş geldin derken, piknik yapanlar lanet okur.
Değişim Yasası, tıpkı mevsimlerin değiştiği gibi bize. değişmemizi hatırlatır. Hayatımızı eski alışkanlıklarla sürdürmek zorunda değiliz. Geleceğimiz geçmişin bir tekrarı olmamalı. Değişim bizi eninde sonunda daha büyük farkındalığa, bilince ve huzura doğru götürür.
Toprakla uğraşanlar bilirler. Tohumlar yalnızca kendi türlerini üretir, daima ne ekersen onu biçersin, ekinleri topladığında daima tohumların bir kısmını bir sonraki sezonda ekmek üzere ayırırsın, yeni bir sezonun başlaması için öncekinin tamamlanması gerekir, her tohumun büyümesi, değişmesi ve sonunda ölmesinin zamanı farklıdır, bol ürün almak için toprağı çapalamalısın. Yaşamlarımız da tohumlar ve sezonlar gibidir.
Hayatının her mevsiminin tadını çıkarmalısın. Sabırla toprağı hazırla, tohumları ek ve emek ver. Bunları yaparsan emeğinin meyvelerini bollukla alırsın. Mevsimlerin değişimini doğal kabul ettiğin gibi, şans ya da terslik gibi görünen olayları da olduğu gibi kabul et. Kışın beyaz güzelliğinin de, yazın sıcak ve Ilımlı günlerinin de zevkine var. Her mevsim, her gün, her an gelir geçer ve hiçbiri asla birbirinin aynı ya da tekrarı değildir. Kış soğuğunun ortasında yazı, yazın bunaltıcı sıcağında kışı özlemek yerine, her mevsimi kendi güzelliğiyle kabul et. Geminin dalgaların üzerinde ilerlemesi gibi, sen de zamanın ve dönüşümün dalgalarıyla uyum içinde ol.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Evrensel Yasalar - 9


E Y L E M   Y A S A S I
YAŞAMI UYGULAMAK
Ne kadar hissedersek ya da bilirsek bilelim, potansiyelimiz ve yeteneklerimiz ne olursa olsun, yalnızca uygulamayla onları gerçekleştirebiliriz.
Çoğumuz kendimizi adama, cesaret ve sevgi kavramların ne olduğunu anlıyoruz. Ama ancak bunları uyguladığımızda ne olduklarını bilebiliriz.
Yapmak, anlayışı getirir. Uygulamak bilgiyi bilgeliğe dönüştürür.
Bu dünyada yaşamak için rüyalar ve iyi niyet yetmiyor, eyleme geçmek gerekiyor. Tam da Tagore ‘nin ‘Okyanusu suya bakarak aşamazsın. ‘sözünde olduğu gibi.
Eski bir hikayedir. Bir zamanlar, Hindistan’da yaşayan 'yüksek bir sınıf’a' mensup bir ailenin üyesi bir genç, zamanının çoğunu okuyarak geçiriyormuş. Bir gün, nehirde yaptığı bir yolculuk sırasında, büyük bir sandalla nehirde giderken, bir yandan da övünerek kaptana ne kadar çok şey bildiğini anlatıyormuş. İlgiyle dinleyen kaptan birden sürekli övünen gencin sözünü keserek  yüzme bilip bilmediğini sormuş. 'Hayır demiş genç, 'Bilmiyorum'. Bunun üzerine 'Korkarım ki tüm bildiklerini boşuna öğrenmişsin çünkü sandal batıyor’ demiş.  
Devamını  merak ediyorsun değil mi? O  çok bilgisiyle övünen genç boğulmuş. Bence bu hikayeyi unutmasan iyi olur. Bu dünya enerji ve eylem dünyası. Ne bilirsen bil, kim olursan ol, ne kadar kitap okursan oku, ne gibi yeteneklere sahip olursan ol, tüm bunları ancak uygulayarak yaşama geçirebilirsin. Felsefeler ne kadar yüce olursa olsun, sözler ne kadar etkileyici ve büyük olursa olsun beş para etmezler. İdealler, cesaret ve sevgi hakkında konuşmak kolaydır. Ama yapmak anlamaktır. Bilinç ve bilgelik için uygulamak gereklidir.
Pek çok insan yüksek bir tepenin zirvesine tırmanıp aşağılarda yayılan ovayı, denizi ya da  ormanı seyretmeyi ister…
Sorulduğunda çoğu insan bu manzarayı seyretmekten hoşlanır. Ama bunu sadece çok az  insan yapabilir. O güzel manzarayı zirveden seyredebilenler; daha zeki, daha güçlü ya da daha çok hak ettikleri için değil, tırmandıkları için seyredebilmişlerdir. Tırmanmayı göze alan, zirvenin de hazzını yaşar.
Eyleme geçmek bu dünyada hiç de kolay olmuyor; şüphe ve tembellik her yerde. Zihnimiz ve bedenimiz bile tembel. Düşünce ve fikirleri uygulamak enerji, özveri, cesaret ve yürek gerektiriyor. Çünkü harekete geçmek risk almaktır. Yaşamımızı ertelemek için sayısız mazeretimiz var. İyi niyet koltuğunda oturuyor ve başkalarının bir şeyler yapmalarını bekliyoruz. Eylem Yasası aynı mesajı tekrar ve tekrar ediyor: Yapabileceğinin en iyisini yapmak, hiç yapmamaktan ve mazeret üretmekten iyidir.
SABAHLARI YATAKTAN KALKIP EKMEĞİNİ BULMAK İÇİN AKAN KALABALIĞA KARIŞMAK BİLE CESARET İSTİYOR. HERKES EYLEM YASASINI BİR ŞEKİLDE UYGULUYOR, DEĞİL Mİ?
Her canlı varlık hareket ediyor ama çoğu insan sadece tepki gösteriyor. Tepkilerini de acı ve korku hissettiklerinde, ilişkileri savaş alanına döndüğünde, bedenleri stresten hasta olduğunda gösteriyor.
Eylem Yasası bize cesaret, net bir amaç, kararlılık doğrultusunda tembelliğimizi ve sabırsızlığımızı aşmayı öğretiyor.

17 Eylül 2009 Perşembe

Evrensel Yasalar - 8


O N U R   Y A S A S I

GERÇEK DOĞRULARIMIZI YAŞAMAK  
Onur, ruhsal yasalarla uyum içinde yaşamak ve davranmaktır. Koşullar bize ne kadar karşı olursa olsun, onurlu yaşamak, içsel gerçeğimizi bilmek, kabul etmek ve ifade etmektir.
Başkalarına söylediklerimizle değil, davranışlarımızla ilham vermektir.
Onur Yasası koşullar ne olursa olsun kendi gerçeğin doğrultusunda yaşamaktır. Kimse seni görmese bile nasıl davrandığın hakkındadır.
Toplumun kurallarına karşı gelmek akıntıya karşı yüzmek gibidir. Toplumun gelir geçer değerlerine karşı çıkmaktır. Eğer yüreğinin en derin arzularına karşı koymazsan istediğini yapabilirsin ama bu hayatını zorlaştırır. Seni tüketebilir ve sonuçlarına katlanırsın.
NE GİBİ  DİYE Mİ SORDUN?
Bu inançları ciddiye alan diğer insanların inançlarını ve duygularını sarsmak gibi.
ONURUN TOPLUMSAL DEĞERLERE UYMAK  OLUP OLMADIĞINI MERAK EDİYORSUN DEĞİL Mİ?
Toplumun değer yargılarına uymak, etik, yasal ve ahlaki olmayan davranışlardan kaçınmak onur değildir. Onur, bilinçle ilgilidir.
KOLAY OLDUĞU İÇİN UYUM SAĞLAMAYI ÖNERDİĞİMİ DÜŞÜNMÜYORSUNDUR UMARIM?
Kesinlikle kör bir uyum göstermeni ya da kör bir karşı çıkışı kastetmiyorum. Sadece gözlerini aç, anlık arzulara ve dürtülere yenik düşmek ya da boyun eğmek yerine yüreğinin söylediklerinin farkında ol.
Onur Yasası, içsel realitemizin gerçek ifadesini gerektirir. Kıskançlık, manüplasyon ve açgözlülük davranışlarımızı ya da ifademizi yönlendiriyorsa, sonuçlarıyla da yüzleşmemiz kaçınılmazdır. Nedensellik yasası evrensel mekanizmanın işleyiş biçimidir.
Kozmik yasalara uymamanın kendisi bir cezadır. Yerçekimi yasasından kaçamadığımız gibi, davranışlarımızın harekete geçirdiği gizli güçlerin yarattığı sonuçlardan da kaçamayız.
Bu kedi başkası olmaya çalışmıyor. Birbiri ardına çevrendeki objelere bak. Bir ağaç, bir rüzgar…"
HEPSİNİ GÖRÜYORSUN BİLİYORUM, PEKİ ONLARI HİSSEDEBİLİYOR MUSUN?

14 Eylül 2009 Pazartesi

Evrensel Yasalar - 7


B E K L E N T İ   Y A S A S I

REALİTEMİZİ GENİŞLETMEK
Enerji düşünceyi takip eder.
Hayal edebildiğimizin ötesine değil, ona doğru gideriz. İnandığımız, beklediğimiz, umut ettiğimiz şeyler deneyimlerimizi yaratır ve renklendirir.
Mümkün olabileceğini gördüğümüz en derin inançlarımızı genişleterek, yaşam deneyimimizi değiştirebiliriz.
Yaşamımız; yaşadıklarımızın değil beklentilerimizin ürünüdür. Çünkü ‘O’ yaşadıklarımızla değil, beklentilerimizle şekillenir.
"Anda ol" dediğimi hatırla. İstiyorsan daha sonra endişe edecek bol zamanın olur.
Bu dünyada herhangi bir şey ortaya çıkmadan önce, birisinin düşüncesinde ya da hayalinde var olur. Düşüncelerin, dünyayı gördüğün pencereleri renklendirir; inançların deneyimlerinin yapı taşlarını oluşturur. Bir başka deyişle, her olumlu düşünce bir duadır ve her dua yanıt alır.
Yüzeysel inançlarının etkisi çok azdır. İnandığını sandığın şey değil, derinden inandıklarının gücü, realiteni oluşturur.
Bu aynı eski bir hikayede olanlar gibidir.
Hapishanede olan iki adam parmaklıklarından bakıyor. Biri çamuru görüyor, diğeri gökyüzünü.
İşte hikayedeki gibi sen de: Nereye bakmayı seçersen onu görürsün. Nereye baktığın da ne görmeyi beklediğine bağlı.
Örneğin, 'insanlara güvenilmez' diye bir inancın varsa, dünyayı bu inancının filtresinden görürsün. Ve inancını destekleyen bir çok kanıt da bulursun.
İnançların davranışlarını ve duygularını etkileyen içsel süreci harekete geçirir.
Ve devamında inançların yaptığın seçimleri, gittiğin yönü hatta arkadaş ve düşman seçimini ve de kaderini etkiler.

13 Eylül 2009 Pazar

Evrensel Yasalar - 6

G Ü V E N   Y A S A S I
RUHA GÜVENMEK
Güven, evrensel bilinçle doğrudan bağlantımızdır.
Güven işittiğimizden, okuduğumuzdan, öğrendiğimizden daha fazlasını bildiğimizi bize hatırlatır.
Hepimizin içinde olan Evrensel Ruhun bilgeliğini, sevgisini hissetmek için görmemiz, dinlememiz ve güvenmemiz yeterlidir.
Güven duygusu ruhun olabildiğinden daha ötesini görebilmesi için var olan bir meydan okumadır aslında.
Şöyle bir düşün ve kırlara çıktığında her tarafın kırmızı, sarı, mavi çiçeklerle dolu olduğunu gördüğün anları hatırla.
Sabah güneşiyle açan çiçekler sana ne hatırlatıyor? Sadece bir güzellik duygusu mu, yoksa dinsel bir anlam da veriyor musun gördüklerine.
Güven ne dışsal bir olgudur sadece ne de dışsal bir Tanrı'ya inanmayı gerektirir. Çiçeklere inan yeter.
Ama çiçeklerin hazzına varan biri Tanrı'yı da hisseder. Bir inanç olarak değil, mucizenin ve gizemin sarhoşluk duygusu gibi.
Güven Yasası senin ve her şeyin içinde var olan sevgiye ve zekaya güvenme duygusudur.
Sorunu duydum. Merak etme ihtiyatlı olmanı engelleyen bir şey değil bu.
Güven kör değildir. Hepimiz dürüst olmayan ve tehlikeli insanları tanıyoruz. Bu yüzden ihtiyatlı ve güçlü olmak zorundayız. Tevekkülle ilgili olarak anlatılan bir hikayeyi hepiniz hatırlarsınız.Hikayenin öğrettiği gibi 'Allah’a güven ama eşeğini sağlam kazığa bağla.'
Güven Yasasını uygulamak için herkesin doğruyu yapacağına güvenmen gerekmiyor. Bu yasanın daha geniş bir anlamı var: Güven, ruhun her birimiz, her kişi ve her koşul aracılığıyla kendisini ifade ettiğini bilmek demektir. Güven aynı zamanda görünen ne olursa olsun daha iyiye doğru hizmet edildiğinin farkındalığıdır.
BU BİRAZ  FAZLA ESNEKLİĞİ GEREKTİRMİYOR MU? ÖZELLİKLE ÇOK ACI ÇEKTİĞİMİZ ZAMANLAR DİYORSUN ÖYLE Mİ?

12 Eylül 2009 Cumartesi

Evrensel Yasalar - 5

Ş E F K A T Y A S A S I

İNSANLIĞIMIZIN UYANIŞI

Evren bizi yargılamaz; sadece sonuçları ve dersleri gösterir.

Neden-sonuç yasasıyla bize öğrenme ve denge kurma olanaklarını sunar.

Şefkat her birimizin o andaki inanç ve kapasite sınırlarımız içinde yapabileceğimizin en iyisini yaptığımızın anlayışını kazanmaktır.
Doğaya çıktığında, denizlere, ormanlara, kırlara ulaştığında etrafına şöyle iyice bir bak.
HER ŞEY NE KADAR CANLI FARK ETTİN Mİ?

Zihnini bu tepelerin, dağların ötesine genişlet. Okyanusları, fiyortları, volkanları, kayalıkları, denizin üstündeki ve altındaki devasa dağları düşün. Hepsi canlı. Hepsi Dünya Anamızın eti kemiği, kanı ve ruhu.

Sen bir böcek olsaydın ve bir filin üzerine konsaydın yalnızca etrafındaki kıl ormanını görecektin. Ama neyin üzerine konduğun hakkında hiçbir fikrin olmayacaktı. Eğer yeterince yükseklere uçarsan, aşağıya baktığında canlı bir varlığın derisinin üzerinde yaşadığını fark edecektin. Uzaya giden astronotlara da bu oldu. Dünyadan bilim insanı ve pilot olarak ayrılan astronotlar mistik olarak geri döndüler. Çünkü yaşayan, nefes alan mavi yeşil bütün bir organizmanın canlılığını gördüler. Bu vizyon alçakgönüllülüğü getiriyor. Ve günlük sıradan yaşam da bu saygıdan, şefkatten payını alıyor.
Dünya'nın cildi üzerinde yaşıyor, ağaçlarını kesiyor ve yakıyor, doğanın zenginliğini talan ediyor ve bu yaptıklarımıza rağmen Dünya'dan ne izin istemeyi ne de teşekkür etmeyi düşünüyoruz.

Dünya ile bir konuşabilseniz, ah onun yüreğini bilebilseniz…

O sizi öylesine derinden anlıyor ki eğer onun şefkatinin bir ucuna dokunmuş olabilseydiniz, gözlerinizden akan yaşları zapt edemezdiniz. Dünya bizi affediyor çünkü bizim onun kendi parçası olduğumuzu biliyor. Biz onun hala öğrenen ve gelişen bir parçasıyız.

Sana soruyorum, eğer Dünya seni, hatalarını affedebiliyorsa sen kendini aynı şefkatle affedemez misin? Ve aynı şefkati başkalarına da gösteremez misin?


11 Eylül 2009 Cuma

Evrensel Yasalar - 4

Ş İ M D İ Y A S A S I
ANDA YAŞAMAK
Zaman ‘geçmiş’ten ‘geleceğe’ uzanan bir paradokstur.
Zamanın gerçekliği yalnızca zihnimizdedir. Zaman kavramı düşüncenin, dilin ve toplumsal fikir birliğinin bir ürünüdür. İşte daha derin bir gerçek:
Yalnızca bu an var.
Şimdi daima en iyi zamandır.
Zamanın nasıl bir paradoks olduğunu hiç düşündün mü ?
Zaman, objektif bir gerçekliği olmayan geçmiş ve gelecek arasında uzanır. Zaman, düşüncenin, dilin ve toplumsal konsensüsün bir ürünüdür.
Bir başka deyişle, zaman biz var dediğimiz için var. "Aynen böyle"
Zaman, merceğin önünden geçen karelerin oluşturduğu bir film gibidir. Yaşam filminin her karesinde sadece anda var olursun. Ama kareler hareket ediyor gibi görünür. Zihninde geçmiş ya da gelecek dediğin şeyi yansıtabilirsin ama şimdiden başka bir anda yaşayamazsın. Ermişler ve Bilgeler şimdiki an ustalarıdır.
Onlar yalnızca anda yaşarlar.
Şimdi ve burada.
SEN ŞİMDİ VE BURADA YAŞADIĞINI SÖYLEYEBİLİR MİSİN?
Bu sabah, dün ya da geçen yıl ne yaptığın şimdi yok. Onlar sadece zihninde. Tıpkı bir rüya gibi. Sadece şimdiki anımız var, anlıyor musun?
Zaman diye algıladığın şeyin şimdiki anda olan duyumsal veriler ve anılar dizesi olduğunun farkında mısın?
Geçmişe ait pişmanlıklar şimdiki anda olan algılarındır. Geleceğe ait endişelerinin de zihninden başka hiç bir yerde gerçekliği yok.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Evrensel Yasalar - 3

SÜREÇ YASASI

HAYATI ADIM ADIM YAŞAMAK

Süreç, her seyahatin küçük adımlarıdır.

Adım adım her amaca ulaşılır.

Süreç, zamanı aşar, sabrı öğretir.

Dikkatli bir hazırlanmanın sağlam temelini oluşturur.

Bu da ortaya çıkmayı bekleyen potansiyelimize güvenmeyi sağlar.

Çıktığın bir yolculukta virajlı bir yoldan döne döne arabanla bir yamacı tırmandığında ya da katıldığın bir doğa yürüyüşünde bir patikadan dağın zirvesine doğru yürürken, dağ yolunun yaşamı nasıl da yansıttığına dikkat ettin mi? Her an amacına doğru nasıl yol aldığını görüyor musun?

Bakıldığında zirve hiç de yakın görünmeyebilir. Yolcu sadece yolculuğun sonuna odaklanırsa eğer, son daima uzakta görünür. Bu da çoğu insanın yolculuktan vazgeçmesine ya da yol dikleştikçe ve karşısına engeller dikildikçe yoldan geri dönmesine neden olur.

Her yolculuk ilk adımla başlar. Ama gideceğimiz yere ulaşmak için ikinci, üçüncü ve gerekli olan tüm adımları atmak zorundayız.

Süreç Yasası, amacımız ne kadar büyük olursa olsun adım, adım emin adımlarla hedefimize ulaşabileceğimizin teminatıdır.

Bu bilinen bir şeydir hem de tamamı ile bilinen bir şeydir. İşte bu yüzden çoğu insan yasayı görmez. Küçük adımlar atarak hemen hemen her amacımıza ulaşabiliriz.

Kanyonu iki hamlede geçemezsin. Ama adım, adım geçmeye hazırlanabilirsin.


3 Eylül 2009 Perşembe

9 Eylül geliyor...

- Şimdi bu 9 Eylül 2009 geliyor ya...

- Evet.

- Ben yine strese girdim...

- Strese girmek için çeşitli bahaneler yaratmayı sevdiğinden olmasın...

- Bir saniye izin verir misin anlatayım!

- Buyur, anlat o zaman...

- Şimdi bu 9 Eylül'de Kabullenmenin Yeni Enerji Dalgası'na uyumlanacağız ya, bu sevgi ve ışık bilincimizi artıracakmış...

- Aşağı yukarı böyle diyelim, evet?..

- Şimdi geçen sene 8 Ağustos 2008'de Bolluk Bereket durumlarına uyumlandık ve ben bu sene boyunca maaşallah para sıkıntılarına boğuldum...

- Çok güzel!!!

- Bu sene de sevgi sıkıntıları olacak anlamına mı geliyor diye strese girmeye başladım...

- Bu dönem boyunca para sıkıntıları yaşadın, bolluk bereket eksikliği yaşadın mı peki? Bu sıkıntılarla nasıl başa çıktın?

- Doğrusu tüm problemler öyle ya da böyle çözüldü. Ama anneannemin bir lafı vardı, "geldi geçti ama deldi geçti" öyle çözüldü, strese girdiğim konu da bu...

- Peki çözülmüş problemlerden dolayı, yine çözülmesi kesin olan başka problemler olacak diye mi strese giriyorsun yani?

- Of, seninle de bir şey konuşulmuyor! Bu kez çözülmezse o problemler diye strese giriyorum...

- Problemler olabilir ama çözülür, ben zaten sevgi ve ışık içinde yaşıyorum diye düşünsen, bunu yaratsan hayatın daha kolay olmaz mı?

- Ya, of gerçekten seninle konuşulmuyor, ben gidiyorum yaa!

- Strese girmen de girmemen de senin seçimin. Biliyorsun herşey özgür irade.

- Strese girmek istemiyorum ki, içimde savaşıyorum kendimle...

- Savaşmayı bırak. Kabul et bu duygunu ve değiştir onu... Sen zaten sevgi ile sarmalanmış bir varlık değil misin? Kabul, unutma kabul!

- Tamam, kabul!

- :))

Evrensel Yasalar - 2

SEÇİM YASASI

GÜCÜMÜZE YENİDEN SAHİP ÇIKMAK

Özgür iradenin sorumluluğu hem yıkıcı hem yapıcıdır.

Seçimin gücüdür bu.

Geleceğimizi büyük ölçüde belirleyen şimdi yaptığımız seçimlerdir.

Koşullarımızı her zaman kontrol edemeyiz, ama tepkilerimizi seçebiliriz.

Seçim gücümüze sahip çıktığımızda dünyada dolu dolu yaşama cesaretini de buluruz.

Seçim Yasası seçimlerimizi sözlerimizle değil, davranışlarımızla işler.

Dünya'daki tüm yaratıkların seçimi sınırlıdır. Her varlık kendi içgüdüleri ve doğaları doğrultusunda yaşar. Senin de doğanda özgür irade var: Seçimler Yasası.

Yaşamın bu seçimlerin bir tiyatrosu. Kaderin, şu anda yaptığın seçimlerle belirleniyor. Özgür irade bir seçimdir. Ya en derin sezgilerinle ifade bulan yasalara göre davranırsın ya da korkularının, alışkanlıklarının, arzularının esiri olarak gösteriyi yönlendirebilirsin.

Anında doyumu, içindeki bilge sese rağmen seçersen, seçimlerinin sonucu seni eninde sonunda Kozmik Yasalar' la uyumlu olmaya doğru yönlendirecektir. Hangi yolu seçersen seç; kimi yol ışıklı olacak, kimi yol seni önündeki engellerle ve zorluklarla güçlendirecek ama hepsi kendi metodlarıyla sana hizmet edecektir.

Zaman zaman kendi yolunu çizmiş biri gibi değil kadere boyun eğen biri gibi hissediyorum kendimi diye düşünebilirsiniz. İnan ki öyle değil.

Çoğu kararlarımız bilinçaltının bilgeliği tarafından yönlendirilir. 'İç bilge' bilinçli aklın çok daha ötesinde veriye sahiptir. Bazen neden olduğunu bilmeksizin yaşamına bilinçli olarak istemediğin olayları ve insanları çekersin. Ama onlar, öğrenmen ve -en yüksek- iyiliğin için sana hizmet ederler.

FAKİR, ACI ÇEKEN, TACİZ EDİLEN, AÇ İNSANLAR HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUN, ONLARIN DA ACI ÇEKMEYİ SEÇTİKLERİNİ Mİ SÖYLÜYORSUN? SORUSU DÖNÜP DURUYOR BEYNİNİZDE DEĞİL Mİ?

Acının birçok yüzü vardır; en zengin olan da acı çeker. Herkesin yapabileceği tek şey, kendi koşulları içinde en iyiyi seçebilmektir. Yaşama, sevgiye, hizmete yönelik seçimler... Ama hayat size ne sunarsa sunsun, onlara nasıl tepki vereceğiniz sizin seçiminizdir: öfkelenebilir, kaderinize lanet edebilirsiniz ya da durumunuzla yüzleşebilir, farklı seçimler yapabilir ve anı yaşayabilirsiniz.

YA BAŞKA BİRİNİ SEVDİKLERİ İÇİN, RAHATSIZLIĞI VE ZORLUĞU SEÇENLER ?


2 Eylül 2009 Çarşamba

Evrensel Yasalar - 1

Mevlana bir gün öğrencilerine sorar:

"Meyve mi ağaçtan, yoksa ağaç mı meyveden olur? Diye.

Öğrencilerin her biri farklı bir seçeneğe işaret eder, bir kısmı da klasik meseli hatırlatır.
'Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan' diyerek çözümsüzlüğüne işaret eder problemin.
Söz hakkı tekrardan Mevlana'ya geldiğinde bütün bakışlar ona yönelir. Sınıfta çıt bile çıkmaz.
Mevlana'nın cevabı en temel yasayı bir kez daha hem de çok ince bir dille hatırlatır soluğunu tutmuş dinleyenlere.

"Hiç meyveden muradı olmasaydı, ağacı eker miydi 'bahçıvan'?"

Yasaları hatırlamak zorunda değilsin. Yaşaman yeterli olacaktır. O zaman hayatının nasıl dönüştüğünü göreceksin. Onlar, içinde açmak ve büyümek için doğru zamanı bekleyen tohumlardır. İçindeki bu tohumların bahçıvanı da daima seninle, ihtiyacın olan her yardımı yapmaya hazır bekliyor.

Yaşam devinim demektir. Olduğumuz yerde kalmamız imkansızdır. Ya daha yüksek bir bilinç düzeyine doğru evrim geçiririz ya da gerileriz. Evrim bilincin gelişme sürecidir. Seçim bizimdir. Seçmememiz söz konusu değildir. Hiç bir şey seçmemek bile bir seçimdir. Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir yaşam hiç birimize altın bir tepsi içinde sunulmaz. Evrenle ve kendi doğamızla uyumlu bir yaşam sürdüğümüz ölçüde; sağlığa, mutluluğa, huzura hak kazanırız.
Tohumlar kendi zamanları doğrultusunda tomurcuk verdiğinde cesaretin, sevginin ve anlayışın meyvelerini toplamaya hazır olacaksın.

Kozmik Yasalara inansak da, inanmasak da sonuçlarından kaçamayız. Aynı yer çekimi yasasına inanmadığımızda sonuçlarından kaçamadığımız gibi.

Tüm bu meyvelerin içinde en güçlü olanı sevgi yasasıdır. Yüreğinin bilgeliğiyle bağlantını koparırsan diğer meyveleri de tadamazsın. Sevginin olduğu yerde ise başka şey gerekli değildir. Bu yasalar içinde tutsak halde duran sevgiyi özgürleştirmek için var. Sevgiyi özgür bıraktığında bütünün iyiliği doğrultusunda vereceğin hizmetin yarattığı hazzın olağan üstü tadını da alacaksın.

Yaşama teslim olduğunda huzuru bulacaksın.

Aramaktan vazgeçtiğinde mutluluğu bulacaksın.

Bu yasalara güvendiğinde dünyanın bilgeliğine erişeceksin.

Doğanın yüreğiyle, bağlantını yeniden kurduğunda ruhun yüceliğini hissedeceksin.

DENGE YASASI

ORTA YOLU BULMAK

Nasıl yerçekimi evreni bir arada tutan bir yapıştırıcı ise, denge de evrenin sırlarının kapısını açan anahtardır.

Denge, beden, zihin ve duygularımız, varlığımızın her boyutu için geçerlidir.

Yaptığımız her şeyde, az ya da çok yaptığımızı bize hatırlatır. Yaşam sarkacımız ya da alışkanlıklarımız en uçlara gittiğinde, diğer uca gitmemiz de kaçınılmazdır.

Bir an için insan yaşamının doğal düzeni içinde dengenin önemini düşün. Biz dengenin ürünleriyiz. Bir balık gibi iyi yüzemiyoruz, çitalar kadar hızlı koşamıyoruz, goriller kadar ağır kaldıramıyoruz ama bunların hepsini dengeli bir şekilde yapabiliyoruz.

Her insan bedeni içsel dengenin, içsel barışın özlemini duyar ve bu dengeyle en sağlıklı yaşamı sürdürebilir. Şu anda içinde bu dengeyi hissedebiliyor musun?

HİSSEDİYORSUN DEĞİL Mİ?


Lord Melchizedek - Evrensel Enerji Tıp Ekibi

Natalie Glasson kanalıyla – 17 Ağustos 2009

Hepinize selamlar, Ben Lord Melchizedek’im; Kalbimden ve ruhumdan Dünya’daki herkese Evrensel Mesih Bilincini yayarak öne çıkıyorum. İlahi çocuklarım ve Yaradan’ın ruhunun veçheleri, şimdi sizleri onurlandırıyorum. Dünya’da deneyimlemekte olduğunuz değişimleri ve dönüşümleri ve bizlere, rehberlik eden ışıklarınıza imanınızı onurlandırıyoruz. Dünya’da hareketlenmeler gerçekleşirken, negatif enerjinin salıverilmesi ve pozitif enerjinin demirlenmesi gerçekleşirken, iman gereklidir. Bu, şu anda Dünya’da deneyimlemek için harika bir büyüme zamanıdır, çünkü kısa bir zaman periyodu içinde öğrenebilir, erişebilir ve ulaşabilirsiniz, özellikle arınmaya ve yükselişe odaklanıldığında. Önünüze çıkan değişimin ve ayırmanın zorluklarını tamamlamanızı sağlamak için, enerjinize ve sezginize güvenmeyi, Yaradan’ın iradesinin sizi ileri taşımasına izin vermeyi öğrenmelisiniz ve her şeyin beklediğiniz gibi her zaman akışta olmadığını öğrenmelisiniz. Merkezlenmenize, dengelenmenize, odaklanmanıza ve esnek olmanıza izin verdiğinizde, gerçekleşmekte olan ve dönüşümü getiren büyümenin bu şimdiki dalgasından çok şey kazanırsınız. Lütfen ruhumun ve Yaradan’ın evreninin içsel planlarındaki tüm sevgi dolu yükselmiş üstatların ve meleklerin desteğine sahip olduğunuzun, her zaman sevgiyle çevrelendiğinizin farkında olun.

Şimdi, bugün sizinle iletişimimin amacına geçmeme izin verin. Farkında olmanızı istediğim özel bilgelik ve içgörüler ile geldim. Geçen haftaki mesajda Lady Nada’nın (yükselmiş üstatlardan biri) bilgeliğini ve rehberliğini ilettiğini anlıyorum, o Dünya’daki enerji değişiminin insanların sağlığını nasıl etkilediğinin farkında. Bunun nedeni, Dünya’nın enerjisi değişirken ve fiziksel bedeninizi dönüştürürken, etinizin, kemiklerinizin, kanınızın ve tüm fiziksel tezahürünüzün düşük enerji titreşiminden yüksek titreşime geçmesidir. Bu dönüşüm hastalıkla sonuçlanabilir, çünkü bedeniniz pozitif yeni enerjinin demirlemesine yer açmak için eski negatif enerjiyi salıveriyor. Fiziksel bedeniniz yüksek ışık titreşimine dönüşüyor, böylece ruhunuzun büyümesini destekleyebilir ve yükselmiş üstat bilinci ve üstatlığının yeni seviyesine ulaşmakta size yardımcı olabilir. Gerçekte, her ruhun deneyimlemesi için Dünya üzerinde sevginin yeni çağının tezahürünü sağlamak için her şey değişiyor, ancak bu süreç kademelidir ve sevginin yeni çağı demirlenme döngüsünü tamamladığı zaman, insanlık herhangi bir değişimin farkında bile olmayabilir. Etraflarındaki ve içlerindeki enerjilerin daha çok farkında olanlar için, onlar tüm gezegenin ve insanlığın enerji titreşiminin ve sevgi içeriğinin yükseldiğini, yaydıkları ışığın daha parlak olduğunu ve Yaradan’ın enerjisine daha fazla açık olduklarını fark edebilirler. Yaradan’ın enerjisinin ve eylemlerinin basit ve çoğu zaman süptil olduğunu hatırlayın.

Dönüşümün enerjileri insanlığın fiziksel bedenlerini ve sağlığını etkilerken, Dünya’daki herkesi iyileştirmek, rahatlatmak ve esenliğini artırmak için çağırılabilecek olan bir enerjiyi getiriyorum. Evrensel seviyede, Evrensel Enerji Tıp Ekibi olarak bilinen özel bir yükselmiş üstatlar grubumuz var. İçsel planlardaki ışık varlıkları olarak, bütünleştirme, büyümedeki zorlukları veya yüksek ışık titreşimlerini demirlemenin streslerini gidermekte yardımcı olmak için Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırırız. Evrensel Enerji Tıp Ekibi ayrıca Dünya’dakilere yardımcı olmak için de mevcuttur, onların çalışması harikadır; ağrılarınızı, incinmelerinizi veya rahatsızlıklarınızı iyileştirmek için enerji titreşiminiz ile çalışırlar.

Dünya’daki her şey enerji katmanlarından oluşur, Tıp Ekibi sizi Yaradan’a hizalamak, dengenizi geliştirmek ve esenliğinizi ve sağlığınızı mükemmelleştirmek için içinizdeki enerji katmanları ile çalışır. Ciddi veya yaşam tehdit edici hastalıklar dahil her türde hastalık, yaralanmalar, rahatsızlıklar, soğuk algınlıkları ve grip, zihinsel ve duygusal rahatsızlıklar, kol ve bacaklardaki hasarlar veya ağrılar, deri şikayetleri ve sinir sisteminizdeki problemlere yardımcı olmaları için Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırabilirsiniz. Başağrılarına, enerji düşüklüğüne, doğuma, alerjilere, ruhsal strese ve rahatsızlığa, aslında fiziksel bedeniniz ile ilgili her şeye yardımcı olurlar. Onlar ruhsal dünyanın doktorları gibidirler ve bir insanın deneyimleyebileceği herhangi bir fiziksel tedaviye yardımcı olabilirler. Evrensel Enerji Tıp Ekibine kendi sözlerinizle basit bir çağrı, sizi onların enerjisine hizalayabilir ve onların ilahi bir şekilde müdahale etmelerini ve sizin için en uygun şekilde iyileştirmelerini sağlayabilir. Bazen ruhunuzun ve Yaradan’ın iradesi nedeniyle ve belirli durumları deneyimlemeniz gerektiği için, Enerji Tıp Ekibi sizi tamamen iyileştiremeyebilir. Bu durumlarda, ağrıları veya rahatsızlıkları hafifletmelerini isteyebilirsiniz.

Aşağıda, şifaya yardımcı olmaları için Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırmak için kullanabileceğiniz bir çağrı örneği var.

“Rehberlerimin ve ruhumun gözetiminde, herhangi olabilecek negatif enerjilerin pozitif enerjiye dönüştürülebilmesi için, şifa enerjilerini varlığımın derinliklerine aktarmaları için Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırıyorum. (Şimdi Evrensel Enerji Tıp Ekibine durumunuzu ve ağrının nerede olduğunu veya neyin iyileştirilmesini istediğinizi açıklayın). Şimdiden yardımınız için teşekkür ederim, enerjime ve fiziksel bedenime demirlenen iyileştirici titreşimlerinize açığım ve alıcıyım. Öyle olsun.”

Sonra uzanıp huzur ve dinginlik içinde gevşemeniz önemlidir, onların enerjisini etrafınızda hissedersiniz. Derinizde ürperti veya karıncalanma duyumsaması hissedebilirsiniz, serinlik veya sıcaklık hissedebilirsiniz, uykuya dalabilirsiniz. Evrensel Enerji Tıp Ekibi içlerinde Mesih bilincini taşıdıkları ve bunu sizinle paylaştıkları için, her zaman güvende olduğunuzu bilin. Gereksinim olduğunu hissettiğinizde bunu dilediğiniz kadar sık tekrarlayabilirsiniz, gelişme hissedene kadar, şikayetinize bağlı olarak, tam iyileşme sağlamak için ekiple birkaç seans çalışmanız gerekebilir. İster ciddi bir ağrınız olsun, ister küçük bir şikayetiniz, Evrensel Enerji Tıp Ekibinin her zaman size yardımcı olmaya açık olduğunu hatırlayın.

Bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye ve sağlığınızı güçlendirmek için fiziksel bedeninizdeki vitaminlerin ve minerallerin doğru dengesini taşımanızı sağlamaya yardımcı olmaları için Evrensel Enerji Tıp Ekibi ile çalışabileceğinizi anlamanız önemlidir. Evrensel Tıp Ekibi fiziksel beden için gerekli olan tüm mineralleri ve vitaminleri taşıyan bir ışık demetine sahiptir. Eğer vitamin ve mineral güçlendirmesi ve dengesi isterseniz, gereksinim duyduğunuz mineralleri ve vitaminleri değerlendirirler ve varlığınıza bir ışık demeti olarak aktarırlar. Dünya’da yaşamınıza devam ederken, bu genel sağlığınızı güçlendirmek ve her zaman enerjiyle dolu olmayı, sağlıklı ve güçlü kalmayı sağlamak için harika bir alettir.

Aşağıda bağışıklık sisteminizi ve vitamin ve mineral dengesini güçlendirmek için Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırmak üzere her gün kullanabileceğiniz bir çağrı var.

“Rehberlerimin ve ruhumun gözetiminde, şifa enerjilerini varlığımın derinliklerine aktarmaları için Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırıyorum. Işıltılı sağlık içinde olmakta bana yardımcı olacak bağışıklık sistemi güçlendirmesi almayı diliyorum. Ayrıca fiziksel bedenimde vitamin ve mineral eksikliği olup olmadığını veya vitamin ve mineral güçlendirmesine ya da dengesine ihtiyacım olup olmadığını anlamak için fiziksel bedenimi değerlendirmenizi istiyorum. Lütfen sonra beni Vitamin ve Mineral Güçlendirme ve Dengeleme Işık Sisteminize hizalayın. Fiziksel sağlığıma ilahi etkinize açığım ve alıcıyım ve benimle paylaşmak istediğiniz rehberliğe minnettarım. Lütfen yüksek ve ışıltılı bir sağlık ve esenlik seviyesini sürdürmeme yardımcı olun. İlahi müdahaleniz için teşekkür ederim. Öyle olsun.”

Bu çağrı, sağlığınıza yardımcı olması için günlük rutininize bütünleştirilebilir. Alternatif olarak size yardımcı olması için kendi sözcüklerinizle Evrensel Enerji Tıp Ekibini çağırabilirsiniz.

Evrensel Enerji Tıp Ekibi şifaya odaklanır, içsel planlardaki ruhsal tıp doktorlarına benzerler ve sağlığınızı geliştirmek için enerjinizle çalışırlar. Evrensel Enerji Tıp Ekibi çağırabileceğiniz tek şifa ekibi değildir. Yaradan’ın evreninin Gezegensel, Solar ve Galaktik Seviyelerinde Enerji Tıp Ekipleri vardır. Enerji Tıp Ekibinin diğer seviyelerinin biriyle çalışmaya daha çok çekildiğinizi görebilirsiniz, çağırmanız için hangi ekip seviyesinin uygun olduğunu sormanız önemlidir, farklı durumlarda farklı seviyelere çekilebilirsiniz. Gezegensel Enerji Tıp Ekibi, Evrensel Ekibe oranla daha düşük ışık titreşimi taşır, ama Gezegensel Ekip fiziksel enerjilerle çalışmaya alışıktır. Solar ve Galaktik Ekipler hafifçe daha yüksek titreşim taşır, ancak derin ve yüksek titreşimli şifa deneyimlemek içindir, daha sonra Evrensel Ekibi çağırabilirsiniz. Sizin için doğru ekibi çağırmanız önemlidir, çünkü çok yüksek titreşim sizi sadece rahatsız edebilir, çok düşük titreşim de çok güçlü etkiye sahip olmaz. Her insan evrensel enerjilerle rahat hissetmediğinden, ilave şifa ekiplerinin de olduğunu bilmenizi istedim, böylece size açık olan birçok seçenek vardır.

Evrensel Enerji Tıp Ekibinin enerjisini deneyimlemeye izin vermenizi umuyorum; onlar görkemlidir, ayrıca onların Vitamin ve Mineral Güçlendirme ve Dengeleme Işık Sisteminin faydasını görebilirsiniz. Evrensel Enerji Tıp Ekibi yardımcı olmayı bekliyor.

İlahi kutsamalar ve sevgiyle,

Ben Evrensel Logos Lord Melchizedek’im.

www.wisdomofthelight.com

(ÇEVİRİ: Saffet)

www.kosulsuz-sevgi.com adlı siteden alıntıdır.

26 Haziran 2009 Cuma

Kendine Yolculuk...

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka, Kaknuş, ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı`nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.

Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir...

Kuşlar Simurg`a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg`u bekler dururlarmış.

Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg`un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg`un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg`un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg`un yuvası, etekleri bulutların uzerinde olan Kaf Dağı`nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi...

İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...

"Aşk denizi"nden geçmişler önce...".

"Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar..." .

"Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar...

Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden...

Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış) ; Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını özlemiş; Balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı`na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsca "si", "otuz" demektir... "murg" ise "kuş"... Simurg`un yuvasını bulunca anlamışlar ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş. Onların hepsi Simurg`muş. Otuz kuş, anlamışlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.

19 Haziran 2009 Cuma

Ne güzel bir gün...

- Ne güzel bir gün bugün...

- Vay vaay, yavaş yavaş yükseliyorsun anlaşılan senden böyle şeyler duymak ne kadar alışılmadık bir durum...

- Hani sen bendin, ben sendim? Amma da demotive ediyorsun insanı haa!

- Ben senin gerçek yanınım, her zaman gerçeği söylerim, her zaman yanındayım, hep arkandayım, benden ne destek ne de köstek bekleme... Korkularını da büyütmem, seni yersiz acılara da sevketmem... Sadece olanı bilirim ben...

- Aman iyi... Güzel bir gün işte...

- Her gün güzel...

- Her gün güzel olmayabiliyor işte, anlıyorsun ne demek istediğimi de anlamamazlıktan geliyorsun...

- Anlıyorum ama anlamam gerçeği değiştirmiyor, her günü güzel yapmak senin elinde onu biliyorum ben sadece... Düşüncelerini duygularını kontrol altına al, onları kabul et, sev, değiştir, bırak gitsin...

- İyiler kalsın, kötüler gitsin mi?

- İyi kötü yok, güzel çirkin, büyük küçük, acı tatlı, mutluluk mutsuzluk hepsi senin zihninde. O yüzden mesele iyilik kötülük, güzellik çirkinlik meselesi değil, mesele herşeyi aynı iç huzuru ile kabul edebilmek...

- Bu söylediğin de söylemesi kolay yapması zor... Taş mıyım ben ya, her şeye dervişler gibi böyle huuu huuuu, gülerek yaklaşayım?..

- Herşeye gül demiyorum... Herşeyi kabul et, farkına var diyorum. Acı çekiyorsan acını yaşa, mutluysan mutluluğu yaşa sonuna kadar ama hiç birini olduğundan farklı bir kılığa sokma, bil ki acılar da mutluluklar da yolun için olması gereken şeyler... Her şey senin içinde, farketmen için orada...

- Of tamam, her lafımı kontrol ettiriyorsun, bunalıyorum, güzel bir gün işte allah allah!

- Her gün güzel, şu an güzel!

- Gidiyorum ben yaa!

- :)

18 Haziran 2009 Perşembe

Günün Sözü...

Bu dünyadaki en büyük yanılgı herşeyin birbirinden farklı olduğu yanılgısıdır. Aslında farklı diye birbirinden ayırdığımız şeyler özünde bir ve tekdir.

Original Video - More videos at TinyPic

16 Haziran 2009 Salı

Çakra... Çukra... 3

- 3. çakrada takılıp kaldın bakıyorum...

- Takılıp kalan ben'im, ben de sensin... Tembelliğinden takılıp kaldın, bu huyunu artık değiştirmek ister misin?

- Ben tembel falan değilim, tam tersine "üşenme, erteleme, vazgeçme" felsefesi ile yaşadım bugüne kadar, insanlar tembel, zaten tembeller de hep beni bulur...

- "Beni bulur" dediklerinin hepsi sana aynalık etmek için karşına çıkanlar, dikkat ediyor musun, hangi konuda çok iddialı isen karşıtı hep önüne geliyor; ben şöyle dürüstüm, ben şöyle iyiyim, ben şöyle hoşum... Herşey senin içinde ve herşeyin karşıtı da içinde...

- Bunu başka zaman tartışsak da şu çakraları çözsek artık diyorum...

- Peki, 3. çakra Solar Pleksüs çakrası diğer bir deyişle Güneş Sinirağı çakrası, göbek merkezi diyenler de vardır...

- İsmi de pek bir havalı...

- Eh tabii, bu çakra senin güneşini, güç merkezini temsil ediyor. Buradan eterik bedeni besleyen oradan da fizik bedeni besleyen güneş enerjisi emilir... Bedenin duygusal enerji yaydığı bölgedir burası ve insanlarla, maddi dünyayla ilişkiye girilen yerdir. Diğer insanlarla ilişkileri, beğenileri, toplumsal kimliği, iradeyi ve amaca ulaşmadaki kararlılığı simgeler...

- Tahmin edeyim rengi sarı mı, güneş ya?..

- Evet, rengi sarı, sarının tonları hatta altın rengi... Aslında bu çakra bir çok alt çakranın birleşimi diyebiliriz o yüzden mide, göbek üstü ve altı bölgede, geniş bir bölgede yer alıyor. İnsülin hormonu, pankreas'ın salgıladığı enzimleri kontrol ediyor, mide, karaciğer, dalak, sindirim sistemi, safra kesesi, otonom sinir sistemi, sırt bu çakraya bağlı organlar.

- Bunun yükü daha ağır gibi sanki...

- Yük diye bir şey yok, ağır yük hele hiç yok, bütün çakralar önemli ve dengeli çalışmaları da bir o kadar önemli... Bu çakra göz ve görme ile ilgili fonksiyonları da üstlenir. 3. çakranın yetersiz çalışması sadece bu organlarda önemli sorunlara yol açmaz yaşam amacının gerçekleştirilmesi yolunda da önemli tıkanıklıklar yaratır...

- Evet, tahmin ederim, iş stresi ya da hayal ettiğin şeyleri yapamamak genelde mide sorunları çıkarıyor ya hep, demek ki bundan...

- Tabii özellikle iş hayatında kendini bir "köle" olmaktan öteye götüremeyenler için mide, karaciğer, sindirim sistemi sorunları, sürekli yorgunluk hissi kaçınılmaz... Hele de sevmediğin bir işi yapıyorsan, yıllarca yaptıysan. Entelektüel farkındalık, başarılar, irade, ego yansıtmaları, hayati enerjiler, kontrol ve kendiniz olma özgürlüğü bu çakra tarafından yönetilir. Burası egonun bulunduğu yerdir; “içgüdü”, “hissetme” ve “olma” burada bütünleşir...

- Yetersiz çalışması diyordun...

- Bu çakranın yetersiz, dengesiz çalışması yaşamın doğal akışa güvenmeme hissi yaratır. Baskın olma gereksinimi, materyal güvenlik ve sahip olmaya takıntılı gereksinim yaratır. Bu çakra ister iyi ister kötü olsun enerjiyi depolar; acı, korku ve stresi bu bölgede depolanır. Doğru olarak çalışıldığında, büyüme ve şifa için pozitif enerji de burada depolanır. Bu çakra çalışmadığında hastalık gelip yavaşça kişiyi tahrip edebilir. Solar pleksus, iradeyi, geçmişten gelen sorunları, acı ve korkuları, aynı zamanda başarmak için tutkumuzu kontrol eder.

- Ben dedim sana en ağır yük bu çakrada...

- Yük yok! Sen kendi sorunlarına en yakın bulduğun şeyleri en ağır yük olarak algılıyorsun da ondan... Başka bir insan için kök çakra en ağır yük olabilir ya da bir başkası... 3. çakranın düzenli çalışması halinde yaşamsal hedeflerini iyi belirler ve takip edersin, uyumlu, davranışlarını kontrol altında tutan bir insan olursun, bağımsız hareket edersin ve başarıdan başarıya koşarsın...

- Aynı ben!

- Şunu da unutma bu ilk üç çakra varlığın dünyaya topraklanmasını ve dünyaya ait olmasını temsil eder, zihinsel ve fiziksel çakralardır. Bunlar büyüme ve materyal ve fiziksel dünyada hayatta kalma için önemlidir. Bunlar dengesiz veya bloke olduğunda, çalışma, yaşama ve bugünün dünyasına uyma problemleri olur. Yaşam, sevgi, çalışma ve sağlık ile başa çıkmakta problemleri olan kişilerin, bu çakraları iyileştirmesi bu sorunları şifalandıracaktır.

- Geldik 4.'ye... Bunu çok merak ediyorum, direkt sevgi ile ilgili çünkü...

Herşey Zor!

- Çok zorlanıyorum...

- Çok zorlanıyorum deyip durduğun için çok zorlanıyorsun...

- Zorlanmasam demeyeceğim ama!

- Demesen zaten zorlanmayacaksın...

- Sen hep tersten düşünüyorsun, içime baygınlık veriyorsun...

- Senin hep tersten düşündüğünü hesaba katsan bir kere de... Ne dersin?..

- Deli etmek mi istiyorsun beni?

- Deli olmak mı istiyorsun?

- Nesin sen papağan mı?

- Ben sen'im... Unuttun mu?

- Unutmak mümkün mü ki?!!

12 Haziran 2009 Cuma

Çakra... Çukra... 2

- 2. çakra diyordun...

- Evet, 2. çakra yani Sakral Çakra. Su çakrası, göbek altı çakrası da denir...

- Sakral ne demek oluyor, göbek altı mı demek?

- Aslında kuyruk sokumu ile ilgili demek ama bu çakra göbek deliğinin 10 parmak kadar altında, üreme organlarının da 2 parmak kadar üzerinde konumlanmış durumda. Yumurtalık ve testisler de bu çakranın kontrolünde yani tahmin edebileceğin gibi cinsellik ve üremeyi kontrol ediyor dolayısı ile kadınlık ve erkeklik hormonlarını da...

- Evet mantıklı... Bu hangi halimiz oluyor peki?

- Oraya takıldın değil mi? Bu bizim hayvan halimiz!

- Haaa, evet yavaş yavaş yükseliyoruz!..

- Aynen öyle... Sakral çakranın rengi TURUNCU. Bu çakra "benliğin mekanı" veya "yaşam gücünün evi"dir. Bedenin sıvı işleri ile ilgilidir. Yani elementi sudur... Bu yüzden anne sütü de bu çakranın etkisi altındadır. Cinsellik, yaratıcılık, imgeleme yeteneği, aile kurma, maddiyat bu çakra ile bağlantılıdır. Duygusal dengeyi sağlar, iyimserliği ve umudu uyandırır. Tat alma duyumuzla ilgilidir... Yani yaşamın doğal akışında ilerlemesi, nehrin akması bu çakra ile ilgilidir...

- Hangi organlar bu çakranın kontrolünde peki?..

- Üreme organları demiştik, ayrıca böbrekler, idrar kesesi, dolaşım sistemi, lenfatik sistem, lenf bezleri... Cinsel sorunların önemli bir bölümü sakral çakradaki dengesizliklerden kaynaklanır zaten. Suçluluk duyguları bu çakranın alanında... Tüm yaşantını aynen film şeridi gibi gözünün önünden geçirmeli, her olayı tekrar tekrar yaşamalı, kabul etmeli, kendini ve herkesi affetmelisin... Suçluluk duyguları egonun oynadığı en güzel oyunlardandır, bu oyuna kendini kolayca kaptırır, herkesi, bahtını, kaderi, kendini suçlayıp, yiyip bitirirsin...

- Doğru kendini engelleyemiyorsun, şunu niye yaptım, bunu niye yapmadım, şöyle yapmasaydım böyle, böyle yapmasaydım şöyle olurdu falan filan...

- Oysa gerçek yükselik mutlak kabulden geçiyor...

- Evet de söylemesi çok kolay, yapması çok zor bu dediğin...

- Zorluk, kolaylık da son derece göreceli ama unutma... İkiliğin yansımalarından bir set, belki de en iyi yansıtanlardan... Konumuza dönelim... Bu çakra düzgün çalıştığında, cinsel yaşam, beden, ruh ve zihin dengelenir. Mutluluk hissi yaşanır, kişi bu duygularla hem kendisine, hem çevresine canlılık verir...

- İyi çalışmadığında neler olur tahmin edebiliyorum...

- Evet, ergenlik çağındaki cinsel enerji uygun bir şekilde dönüştürülmediğinde yoğun suçluluk duyguları ile yaşamın kabusa dönebilir. Kadınlarda daha sık rastlanan bir durum... Tabii yine önemli sorunlardan biri zihinsel tıkanıklıklar, üretkenliğin kısıtlanması olur, bu yaşamdaki akışı, başarı duygusunu, doyumu da etkiler sonuçta... Yetersiz çalıştığında ise özgüven eksikliği, hayata kasvetli bakmak, mutsuzluk duygusu, hayatın yaşanmaya değmeyeceği hissedilir hatta intihar eğilimleri artar...

- Bakalım yükseldikçe daha neler çıkacak?..

- Peki 3. çakraya geçelim yeri gelirse yine geri döneriz...

Çakra... Çukra...

- Şu çakra meselesini anlatsana bana... Ben sinir oluyorum bu çakra kelimesine bu arada...

- Çakra deme o zaman! Çark de, enerji alanı de, dönmedolap de istersen. Ya da hiç bir şey deme... Sözcüklerin ne önemi var, anlamlardır asıl önemli olan...

- Aman her seye de bir cevabın var! Peki anlatsana biraz hadi...

- Evrende her şey enerji. Her şey saf bilinç... Canlılar, cansızlar, boşluk... Damarlarında dolaşan kandan, beyninin içindeki minicik odalara ve oradaki sinir uçlarına, kemiklerine kadar hepsi nefes alıyor, hepsinde allah bilinci var. Sen neye inanıyorsan öyle adlandır, allah de, evren de, enerji de, tanrı de, ne dersen de!

- Peki...

- Bedenimizin cevresinde bir enerji alanı var; auramız ve çevresindeki herşeyden etkileniyor. Isı, ses, ışık, elektrik, manyetik ve elektromanyetik etkiler ile sürekli etkileşim halinde. Bu enerjiyi dağıtan 7 tane merkez var, bu enerji merkezleri girdap şeklinde döndüğünden çark diyebiliriz, çakra da zaten Hintçe tekerlek anlamına geliyor. Çakralar normal bir insanda 10 cm kadar dışarıya ışık saçıyor, farkındalığın arttıkça bu ışık da artacaktır. Bu çarkların her biri bir hormona, endokrin sistemi bezlerinin üzerine denk geliyor, onu kontrol ediyor, o yüzden her çakranın da belli hastalıklarla bağlantısı var...

- Anladım, tekerlek ha, ilginçmiş...

- Birinci çark - Kök Çakra... Toprak Çakrası da diyebiliriz... Rengi KIRMIZI... Burası seni dünyaya, fiziksel yaşama bağlayan yer. Bir ağacın kökleri gibi aynen... Yaşamı sürdürme, ilkel dürtüler, içgüdüler... O yüzden dünyasal korkularının en önemli temsilcisi de bu çakra. Genelde tüm korkuların temeli olan ölüm korkusunu en yoğun yaşayanlar da kök çakrası iyi çalışmayan, düzensiz çalışanlar olur...

- Evet bu ölüm korkusu meselesi de uzun bir konu, bir gün bunu da konuşalım, kafamı karıştıran şeyler var...

- Kök çakranın yeri makatla üreme organlarının arası, kuyruk sokumu ile de bağlantısı var ve aşağı doğru açılıyor. Fiziksel bedenin enerji kaynağı burası, hani ağaç kökleri dedik ya, o yüzden kendini güvende hissetmen, zorluklarla başa çıkabilmen için bu çakranın iyi çalışması şart. Bedenimizde ayaklar, bacaklar, kemikler, kalın barsak, omurga ve sinir sistemi, dişler, tırnaklar tüm sert organlar bu çakraya bağlı. Cinsellikle de bu çakra bağlantılı. Elementi de tahmin edebileceğin üzere toprak... Maddi dünya, fiziksel yaşam dedik ya, bu çakra seçtiğin mesleği ve bu meslekteki başarını da etkiler.

- Yani aslında adı üstünde en temel şeyleri etkiliyor...

- Aynen öyle; kundalini enerjisi de burada, yani bu çakra diğer çakraların iyi çalışması için de çok önemli... Kök çakran iyi çalıştığında; yaşamdan zevk alır, yaşama arzusu duyarsın, amaçlarına ulaşman kolaylaşır, kendini güvende hissedersin, korkularınla kolayca başa çıkarsın...

- Ya iyi çalışmadığında?..

- O zaman çeşitli durumlar olabilir; şiddet duygusu, sürekli öfke, kendine ve yaşama güvensizlik, sürekli bir kaybetme korkusu ile yaşamak gibi... Maddi şeylere aşırı derecede fazla düşkün olup kendini güvende hissetmeye çalışabilirsin, sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığı baş gösterebilir. Şişmanlık ve kabızlık da görülebilir, bunlar da bu sorunlara bağlı zaten...

- Hep zincirleme reaksiyon...

- Eh tabii, herşeyin bir bütün olduğunu, tek ve bir olduğunu ve birbirine bağlı olduğunu düşünürsek, en küçük parçadaki en küçük sorun bütünü etkiler zaten...

- Yetersiz çalışırsa peki?

- O zaman maddiyat ile ilgili, duygular ile ilgili durumlarda kolay pes etme, direnç azlığı, sürekli bir endişe ve tedirginlik, yaşamın ağır bir yük olarak algılanması görülebilir; bak çok üşüme de hatta bu çakranın yetersiz çalışmasının bir göstergesi...

- Bak bu ilginçmiş, ben çok üşüyorum hep... Yazın sıkı bir rüzgarda bile donuyorum... Şey... Bezler diyordun...

- Evet ya; kök çakra adrenalin'i kontrol ediyor, tahmin edebileceğin gibi, böbreküstü bezleri, prostat bezi. Bu çakra bizim toprak halimizi simgeliyor...

- Toprak halimiz?..

- Diğerlerini de anlattıkça daha iyi anlayacağını umuyorum ne demek istediğimi...

- Tamam o zaman...

- Gelelim 2. çakraya...

Şu sürünceme meselesi...

- Bütün çareler bende, çözümler hep benim içimdeyse neden kendimi sürüncemeler içinde bırakacak olaylar yaratıyorum sence?

- Karar vermekten korktuğun için olmalı...

- Neden korkuyorum ki karar vermekten?

- Karar vermek bir seçim yapmaktır, seçim yapmak ise seçmediğin bir şeyler olacak anlamına gelir, seçmediğin şey ise egonun sana acı yaratma isteği için bir fırsattır, sürekli seni "onu seçmedin, bak böyle oldu" diye kışkırtmaya çalışır. En olumlu durumlarin içinden bile bir olumsuzluk bulup çıkarır. Bu da hep bir kuşkuya, şüpheye sürükler seni.

- Karar vermeyip sürüncemede bıraktığımda ise tüm olasılıklar hep elimin altında olur, doğru.

- Tabii, o zaman hala şansım var dersin, hala en doğru olanı düşünüp seçebilirim. Olasılıkları hep geleceğe bırakırsın, hep bir gün gelecek güzel günleri bekleyerek, bu anı kaçırırsın, yani aslında tek gerçek olanın avuçlarından kayıp gitmesini seyrederek bekleyip durursun...

- Ne yapmalı peki?

- Yüreğinden geçeni yapmalı denilebilir. Eğer sesimi duymaya niyet edersen, ben sana yolundan sapmaman için doğru olanı söyleyerim zaten. Ama birçok zaman yaşaman gereken deneyimler için yoldan sapman gerekir, beni duymazsın bile, türlü türlü acı verici seçimler yaparsın, sonra pişman olursun, sonra daha iyi seçimler yapmak için kendine söz verir, sonra daha beterlerini yaparsın ta ki o zaman gelene kadar...

- Suçlamayı bırakana kadar...

- Evet seçimleri kendinin yaptığını anlayana kadar. Karşına çıkan şeylerin kara bahtının, kötü kaderinin, ailenin, çevrenin vs. vs.'nin değil senin özgür iradenin sonucu olduğunu görüp, kabul edip, bununla barışınca...

- O zaman zaten doğru seçimleri istemsiz yapmaya başlarım değil mi?

- Evet o zaman doğru yanlış, iyi kötü, güzel çirkin, tatlı acı, hepsi hepsi anlamını yitirir. Mutlak kabul, iç huzuru, yaşam neşesine kavuşursun...

- Elveda sürüncemeler derim!

- Düşüncelerinin üzerine çık. Onları sen yarat, seni yaratmalarına izin verme!

- Uğraşıyorum...

- Peki.

22 Mayıs 2009 Cuma

Bilinçaltıma tercüman olmak...

Bir arkadaşım arıyor, son zamanlarda yaşadıklarını anlatıyor, üzülüyorum, bir yandan düşüncelerini ifade ediş şekli öylesine negatif geliyor ki bana, üstelik son zamanlarda yaşadıklarımı soruyor, kendimi sürekli kontrol etmedeyim nasıl söylesem de gerçekleri ifade etsem diye. Otomatiğe bağlamadan her kelimenin farkında olarak konuşunca insan, hem de kendine yalan söylemeden, bayağı bir çaba sarfetmek gerekiyor doğrusu...

"Ölüm aslında kurtuluş ya, gerçekten bak" dedi...
"Ölüm diye bir şey yok, yaşam sonsuz akışta, bu sadece boyut değiştirmek, başka bir şey değil ki" dedim içimden...

"Sağlığını kaybedince insan herşeyin değerini anlıyor, sıkıntı sıkıntı diye kafayı çok takıyorsun sonraaa, tak görüyorsun" dedi...
"Ben zaten yaşamın değerini biliyorum, sevgi ile akıyorum" diye düzelttim içimden...

"İşler nasıl gidiyor?" deyince afalladım, doğrusunu söylemek gerekirse işler kötü gidiyor! "Bunları deneyimlemem gerekiyordu o yüzden memnunum yaşantımdan" dedim sakince, "başarısızlık, parasızlık, bu sıkıntılar benim deneyimlerim, bunları yaşamam gerekiyor" dedim. Sonra içimden "kucaklıyorum onları" dedim, "güzellik çirkinlik, iyilik kötülük, sıkıntı rahatlık; bunların hepsi aynı değerde hepsini aynı sevgi ile kucaklıyorum" diye ekledim; en azından buna çaba gösteriyorum diye de tamamladım :)

Konuşma çok uzun da; çok lafı uzatmayayım, sonuçta kendimi acındırmaktan, mağdur konumuna sokup insanlardan acıma odaklı sevgi görme çabalarımdan vazgeçiyorum yavaş yavaş, kendime yalan söylemekten vazgeçiyorum. Bunlar çok çok sevindirici gelişmeler benim adıma...

Kendimi seviyorum, kendimle gurur duyuyorum doğrusu. Helal olsun bana...

Sabır...

Sabretmek üzerine çok düşünüyorum. Sabretmeyi tam olarak anlamak aslında ne kadar önemli. Sabretmek susup oturup düşündüklerini yutmak mı, diğer bir deyişle tahammül etmek mi? Bence asla değil ve asıl olan da bunun böyle olmadığını anlamak zaten. Sabretmek düşünce biçimini değiştirmek; pasif olmak değil, kabul etmek. Kabul etmek ise değiştirmeye çalışmadan kabul etmek değil; sakince çözüm üretmek gibi geliyor bana. Değiştiremediğinde de isyan etmek değil, bunu da deneyimlemen gerektiğini anlayıp o an'a odaklanmak ve kendini akışa bırakmak.

Sabır belki de evrendeki sevginin en önemli ifadelerinden biri. Çünkü gerçek sevgide ikilik yok, kıyas yok, eğer yok, keşke yok. Evrendeki sevgi bütünü bütün olarak kabul edip kucaklar ya hani; zamandan, mekandan, etiketlerden, her türlü yaftadan bağımsız olarak; olan her olaya da, yaşantımıza giren her insana aynı tanrı sevgisi ile bakmak gerek. Tanrı nasıl bizim en kötü dediğimiz varlığı bile kategorize etmeden aynı sevgi ile kabul ediyorsa bizim de aynı gözle bakabilmemiz gerek dünyaya...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Çaresizlik meselesi...

Ne kadar çok kendimi çaresiz hissettiğim durum oldu şimdiye kadar; biraz önce bunu düşünüyordum. Çaresizlik duygusu aslında biraz da tembellik, bunu farkettim. "Bunun çaresi yok" deyip işin içinden çıkıvermek aslında sessiz sessiz bir yerde bekleyip yukarıdan mucizevi bir elin her şeyi olumlu yönde değiştirmesini de beklemeyi gerektiriyor içten içe. Bu da tembellik değil de nedir allah aşkına?

Oysa her zaman, her şeyin bir çaresi var ve o çareyi üretmek de sadece ve sadece benim elimde. Her şey benim içimde olduğuna göre, sorun da çare de bende demektir ve artık en olumsuz görünen durumlarda bile çareler üretebildiğimi farkettim. Bu da benim açımdan çok büyük bir gelişme. Genelde ne kadar çabuk demotive olan, biri bin yapıp, minicik sorunları devasa hale getiren bir insanım ya da insandım mı desem? Desem kendime yalan söylemiş olur muyum acaba? Ya da şöyle diyeyim; gelişme kaydettim, kaydediyorum da...

Çoğu zaman, en içinden çıkılmaz durumlarda çareyi kaçıp gitmek hatta bazen ölüp kurtulmak olarak görmez miyiz? Bu; hem durumu çaresiz hale getirdiği için suçladığımız insanları da suçluluk duygularına boğacağı için tatlı bir zevk verir bize. Tanrım, ne kadar da sorumsuzuz... Kendi yaptıklarının sorumluluğunu alamayıp karşı tarafı sürekli suçlamak çok rahatlatıcı da yalandan başka bir şey değil... miş bunu anladım artık... Oysa her durumda kendini çaresiz hissettiğin konunun çaresi bellidir; çoğu zaman da bir risk içerir diyebilir miyiz acaba? Yani çare bir insanı hayatından çıkarmak olabilir, risk! Bir iş yerinden ayrılmak olabilir, risk! Yeni bir iş kurmak olabilir, risk! Birilerini işten çıkarmak olabilir, al sana risk! Başka bir yere taşınmak olabilir, risk! Sonuçta öyle ya da böyle birileri tarafından nefret edilen, kızılan biri olmak, eleştirilmek korkusu ile kaçarsın ve kendini çaresiz hissedersin. Oysa eleştiren de sensindir, eleştirilen de. Senin duygularına tercüman olmaktadır karşındaki kişi de...

Her durumda çare benim içimde, kendi çarelerimi buluyorum ve uyguluyorum, bunu iyice özümsediğim zaman zaten çaresizlik duygusunu bir daha yaşamıyor olacağım, bitecek gidecek işte. Bu kadar!

Dışlanmışlık...

Olan her olayı aynı şükran ve tevekkül duyguları ile karşılamak gerek diyorum hep, bazıları ne kadar zor gibi görünse de, zorluk kolaylık da son derece göreceli, kişiden kişiye değişir kavramlar aslında her kavramın olduğu gibi.

Dışlanmışlık belki de en ilginç deneyimlerden biri. İnsan kendini son derece yanlız ve onaylanmamış hissediyor ki insanın insan olmasından kaynaklanan önemli gereksinimleri bunlar. Çoğumuzda genetik olarak yerleşmiş yalnızlık ve onaylanmama korkuları var. Yaşadığımız sürece yaptığımız bir çok eylemde de bu korkuların etkilerini görebiliriz; "hayır diyememe", "gereksiz özveriler", "kendinden aşırı ödün verme", "başkasının fikirlerini kendisininmişcesine sahiplenme" hatta "ikiyüzlülük", "dalkavukluk". Bütün bunlar temeli dışlanma korkusu olan ve bahsettiğim başka korkularla desteklenen davranışlarımız.

Dışlanmışlık deneyimi için insan bir çok fırsat yaratabilir; ailen tarafından dışlanmak için sorunlar yaratabilir; tasvip edilmeyecek davranışlar örneğin, hatta ülkemizde sıkça yaşanan töre cinayetleri bunun topluma yerleşmiş korkuların sürüpgiden sonuçları olduğunu hissediyorum. İş hayatında da bu deneyimi yaşamak için iyi fırsatlar yaratılabilir; ekip dışında kalmak, sosyal olaylara katılımdan dışlanmak, şirkette olan olaylardan haberdar edilmemek gibi. Sosyal hayat da önemli bir dışlanma fırsatı olabilir; örneğin yakın dostların tarafından onaylanmayacak olaylar yaratmak; tasvip edilmeyen hareketler yapmak, insanlarla görüşmek vs.

Dışlanmak insana kendini hiç bitmeyen bir mahkemede hissettiriyor, savunma bile yapmana fırsat verilmiyor sanki ve savunma ile iddia senin adına konuşurken sen sesini çıkaramıyorsun bile. Çaresizce öyle ya da böyle mahkemenin sonuçlanmasını bekliyorsun. Hani en kötü karar kararsızlıktan iyidir denir ya onun gibi, öyle ya da böyle sonuçlansın istiyorsun. Sürüncemede kalan şeyler insanı perişan eder ya hani ama o da başka bir konu, onun üzerinde de başka bir sefer düşüneyim...

Dışlanma anında asıl farketmemiz gereken aslında içimize dönme gerekliliği bence. Dışlanmışlığın tamamen bir illüzyon olduğu. Herşey zaten "bir" ise; dışlanan ve dışlayan bir demektir ki bu da durumu tamamen ortadan kaldırır. Başkaları tarafından dışlanmak aslında kendi kendimizi dışlıyor olmamızdır ki bu kendimize kızgınlığımızdan, öfkemizden kaynaklanabilir, kendi kendimizi hayal kırıklığına uğratmışızdır muhtemelen, suçluyoruzdur kendimizi derinden. Temel olan başımıza gelen herşeyin, bizim içimizde yaşandığı prensibini kavrıyor olabilmek. Herşey bizim içimizde; suçlayan da suçlanan da, dışlayan da dışlanan da, iyi de kötü de en temel noktasından bakarsak. Her duygu [ya da algı mı demeliyim ona acaba] tersini yaratır çünkü. Yoğun mutluluk mutsuzluk olasılığını da hayatınızın ortaya yerine yerleştirir ya hani, o mutluluğu kaybetmekten korkmaya başlarsınız delicesine, o hesap...

Ben şimdi düşünce bulutlarının üzerine çıkıp, sakin kalıp, tüm olay ve insanları aynı şükran duygusu ile kabul etmek istiyorum ki bu duygudan kendimi sıyırıp içimdeki huzur ve neşeye ulaşabileyim. Acı benim egomun ürettiği çok güçlü bir duygu bunu biliyorum, anlıyorum ve her geçen gün kendimi daha da geliştirmek istiyorum bunu artık yaşantımın geçmişte kalan deneyimleri arasında bırakıp yoluma devam etmek için...

"Ah yaşam ne kadar da zor" dedi egom içimden, "yaşam çok kolay, ben hep kolaylıklar yaratıyorum" diye düzelttim içimden ben de!

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Benim bilincimde bir insan...

Akşam Kadıköy'e gideceğim... Aklımdaki tek şey "endişe!!!". Bu akşam UEFA Kupası Finali oynanıyor. Yollar hep kapalı. Nasıl gideceğim, nasıl park yeri bulurum, olmaz çok zor. En iyisi taksi ile gitmek. Arabayı şirketin önünde bırakıp, taksiye binip sonra dönüşte yine taksiyle buraya gelip eve öyle gitmek...

Endişe ne kadar sarmış yaşamımı meğerse. İnsan farkına varmaya başlayınca komik hale geliyor. "Senin bilincinde bir insan için böyle sorunlar olmaz! (dedi bana) Olmaz tabii de... Düşünürsen olur işte. Olur olur, genlerimize işlemiş, nesiller boyu inandırılmışız, kendini akışa bırakmayı yeni yeni öğreniyoruz daha... Halbuki tam da halletmiştim evin oradaki ışıkların daima kırmızı yanması meselesini. :)

Kendime anlayış gösterdim, içimden geçen doğru buysa, budur. Taksiyle gideceğim. :)

Yok...

Tüm yaşantım boyunca herhalde en fazla kullandığım sözcük budur diye dank etti kafama biraz önce...

"Yok!"

Arkadaşım yok diye başlamış olmalıyım çok küçükken... Çok az çocuk anımsıyorum etrafımda çünkü... Okula başladım o zaman neydi acaba, bunu da düşünmem lazım... Sonra yıllar geçtikçe, oyum yok buyum yok, evim yok, arabam yok, en önemlisi param yok, dur dur daha da önemlisi zamanım yok, haa bir de bunun hayatta bir çözümü yok...

Hiç bir şey için "var" demeden nasıl bir şeylerin var olmasını beklemişim gerçekten çok gülüyorum kendime şimdi...

Oysa ne zaman bir şeylerin "var"lığını kabul edersen o zaman var olmaya başlıyorlarmış, şimdi anladım... Hatta "var" gibi yapmak, dilemek, düşlemek var etmenin de başlangıcıymış... "Ne saçmalık" derdim buna yıllar önce, "ne mantıksız", "ne kadar gereksiz" vs. vs. Oysa şimdi, biliyorum öyle olduğunu... Deneyimlemek gerekiyormuş sadece, o anın gelmesi gerekiyormuş ki sadece o an'ın olduğunu anlayabilesin, farkedebilesin.

Ah, yıllar önce bilmece gibi gelen cümleler nasıl da anlam kazandı şimdi...

"Sakin ol!" derlerdi bana eskiden, "sakin kafayla düşünmek" diye bir şey söylenirdi de anlamazdım ne denmek istendiğini... Oysa şimdi anlıyorum ki düşüncelerden sıyrılmak, kafanı saran sarmalayan, bloke eden düşünceleri kontrol altına almak yaratıcılığın ilk adımıymış... Ben şöyle hayal ediyorum bunu : düşünceler kapkara bulutlar olsun diye imgeliyorum; sonra, ben basıyorum o bulutların üzerine ve sonsuzluğa, sessizliğe, o ilahi boşluğa çıkıyorum.

İşte orada herşey "var"!